6 Şubat 2023 günü ülkemizde insanlık tarihinin en büyük deprem felaketi yaşandı. Depremde 53 binin üzerinde vatandaşımız vefat etti. Deprem, 11 ilimizde, 124 ilçemizde, 7000'e yakın köy ve mahallemizde ağır yıkımlara yol açtı, 14 milyon vatandaşımız afetten doğrudan etkilendi.
Ayrıca Suriye’de de sayısını bilemediğimiz (her ne kadar bazı rakamlar telaffuz edilse de yönetim boşluğu sebebiyle bu rakamın sağlıklı değildir) kadar insan yaralandı ve öldü.
Coğrafi olarak takriben İngiltere’nin kara parçası kadar alan bu depremin yıkıcı sonuçlarından etkilendi.
Depremle alakalı bu yazımızı biraz farklı formatta yazacağız. Biraz fotoğraflara, biraz hatıralara, biraz duygusal paylaşımlara, biraz klişe sözlere burada yer vereceğiz.
Hatıralar Yok Oldu
11 ilde meydana gelen depremde insanların içinde yaşadıkları şehirlerde, mahallelerde, köylerde yıllardır süregelen hatıralar yok oldu. Kiminin düğün fotoğrafı, kiminin karneleri, karne hediyeleri, yıllar önce çekilmiş askerlik fotoğrafları ve vesikalık fotoğrafları, doğum günü kartları, el işlemeli yazmalar, danteller, kiminin ilk bisikleti, kiminin takdir, teşekkür belgesi, ertesi gün ara tatil sonrası okula başlama heyecanıyla yatağa giren çocukların defterleri, kitapları, oyuncakları, çantaları, okul formaları; ailesine yemek yapma telaşı taşıyan annelerin mutfak önlükleri, tencereleri, tabakları; babaların ayakkabıları, çantaları, cüzdanları, depremde yerle bir oldu.
Artık depremden etkilenen çoğu kişiler yıllardır yaşadıkları köy ya da şehirlerine gittiklerinde, sığınacak haneleri yoktur. Deprem bölgesinde yaşayanlar bile, ya konteynerlerde ya da az sayıda da olsa çadırlarda kalıyorlar. Yıkılan evler tarlaya dönmüş vaziyette. İnsanlar gittiklerinde, melül melül, hüzünlü bir şekilde tarla haline gelen boş alanlara bakıyorlar.
Merhum babam tarafından 60 yıl önce yapılan evin yıkıldığı mekân.
Ben de, 29 Ocak 2024 günü 60 yıllık baba evinin olduğu boş arsaya gittim. Baktım, baktım, baktım, hüzünlenerek oradan ayrıldım. Bu evde geçirdiğim 50 yıllık hayat hikâyem hayali olarak bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti.
Artık annemin bana “oğlum git hayvanların yemini ver” dediği ve benim de zevkle o işi yaptığım mekân yok. Kardeşlerimle şakalaştığımız, saklambaç oynadığımız, eş-dostla muhabbet ettiğimiz, akşamları misafirlerle (oturmacılar) gece yarılarına kadar lafladığımız mekânlar artık yok. Kendimizi bildik bileli oynadığımız sokaklar artık tarlaya dönüştü. Komşuların “Mustafa Güççük, evde misin; iğne vurduracağız” sadaları atmosfer tabakasında kayboldu gitti. İçinde mışıl mışıl uyuduğumuz içi pamuk ve yünle dolu yataklar, yorganlar, sofada (balkon) misafirlerle üzerinde oturarak lafladığımız kanepeler yok oldu. Kısaca, bir hayat hikayemiz, her şeyimiz küle toprağa karıştı.
Kısacası her ne kadar doğup büyüdüğümüz köyümüze, mahallemize, şehrimize gitsek de, artık hiçbir yol EVİMİZE gitmiyor.
Her ne kadar devletimizin, depremzedelere yaptığı evler bir ihtiyacı karşılasa da, hiçbir zaman yıllarca içinde yaşadığımız evlerin yerini tutmaz, hatıralarımız canlanmaz.
Depremde Emsaline Rastlamak Mümkün Olmayan Dayanışma: Pala Dayı
Deprem sonrasında, ülke genelinde büyük bir dayanışma örneği ortaya kondu. Bir Fransız yazarın ifadesiyle, TIR’lar sanki frenleri yokmuş gibi deprem bölgesine gidiyordu.
Şoförlerin ifadesi şu şekilde: “Hayatımızda basmadığımız kadar gaza bastık, basmaya da devam edeceğiz, girilmeyecek yerlere girdik, çıkılmayacak yerlerden çıktık. Tek seferde yanaştık. Kimimiz tamponunu bıraktık, kimimiz dikiz aynasını bıraktık. Kimimizde jantın üzerinde kaldık. Sizler bu insanların üzerinden yardımlarınızı çekmeyin, biz de ayağımızı gazdan çekmeyelim. Gaza basmaya devam edeceğiz. Bu yardımları Allah’ın izniyle yetiştireceğiz. Başka çaresi yok”.
Bunların her birisi esasen görünmeyen kahramanlar.
Tüm yurt genelinde gönderilen yardımların miktarını ancak Allah bilir. Bazı kirli ruhlu yaramaz zatlar hariç, tüm milletimiz tek vücut ve tek ruh haline geldi. Tüm milletimiz, ya bizzat giderek, ya yardımlar yaparak ya da dualarla tam olarak kenetlendi.
Pala Dayı ve diğer TIR şoförlerimizi Unutmadık, Yeriniz Gönüllerde
Bu sebepledir ki, Türkiye’nin her yanından deprem bölgesine yardıma koşan tüm insanlarımızı, başta Pala Dayı olmak üzere yardımları deprem bölgelerine ulaştıran, kepçeleri taşıyan TIR şoförlerini unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız. Tarih bu emsalsiz kahramanlıkları mutlaka altın harflerle yazacaktır.
Bu hadisede, tekrar ifade edeyim, bazı yaramaz, fitneci kişilikler hariç, devlet-millet bütünleşmesi gerçekleşti.
Oluklar Çift; Birinden Nur Akar; Birinden Kir.
Bu deprem, yukarıda bahsini ettiğimiz takdire şayan olumlu tutumlar yanında, iki tür olumsuzluklara da sahne oldu. Birincisi hırsızlıklar, ikincisi dezenformasyon.
Dezenformasyon yoluyla, hırsızlık eylemleri ile alakalı çarpıtmalar da yapıldı.
Elbette ki her toplumda, iyi insanlar kadar kötü, yaramaz, günahkâr, suça eğilimli, bu bağlamda hırsızlık iştihası güçlü, dezenformasyon yapmaya meyilli insanlar da mevcuttur. Bu durumu, merhum Necip Fazıl Kısakürek, Sakarya Şiirinde şu mısralarla ifade etmiştir:
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Yani bazı vatandaşlarımız nurlu, yani yardımsever, vatanperver iken, bazıları kirli, nursuz, karanlık, bulanık, şerir kişiliklerdir.
Türk milletinin bütün hissiyatı, ruhu ve bedeni ile deprem yarasının sarılmasına odaklandığı bir ortamda, bazı kişiliklerin hırsızlığa, daha başka tehlikeli sonuçları doğurması muhtemel olan dezenformasyonlara yönelmeleri bu kişilerin KİRLİLİK hallerini gösteriyor.
“Yaşanan panik sebebiyle deprem bölgesindeki halk, yollara düştü, halkın panik halindeki kaçışları arama kurtarma ekiplerini de etkiledi” yönündeki haberler.
Dezenformasyon olarak değerlendirilen bazı haberler şu şekildedir:
Afet bölgesinde barajların patladığı, akşam saatlerinde 8.5 şiddetinde deprem beklendiği, Hassa’da, Suriyelilerin sınırdan geçip 13-14 yaşındaki kızlara tecavüz ettikleri, milletvekili yakını olanların arama-kurtarma ekiplerini kendi yakınlarının enkazlarının başına getirttikleri, sahipsiz olanların enkaz altında kaldıkları, askerlerin afet bölgelerine girişlerine 72 saat sonra ancak karar verildiği, bu sebeple birçok kişinin öldüğü, Türkiye-Suriye sınırındaki bazı duvarların yıkıldığı, çetelerin Türkiye’ye girdikleri, iş makinelerinin afet bölgelerine girişlerinin engellendiği, Cumhuriyet savcıları mesai bitti diyerek işlem yapmadıkları için bazı cenazelerin defnedilemediği, Hatay’da Yapı Denetim Müdürlüğündeki evrakların yok edilmeye çalışıldığı, Kahramanmaraş’ta volkanik hareketliliğin olduğu, yanardağ patladığı, Afganlı, Suriyeli mültecilerin enkaz altından çıkarılan insanların ellerini kollarını keserek ziynet eşyalarını çaldıkları, devletin afetzedelere yaptığı 10.000 TL’lik yardımlara haciz konulduğu, refakatiz çocukların cemaatlere verildiği, depremzedelere bir tane bile battaniye gönderilmediği, Adana Havalimanının İkinci Bir Karara Kadar Uçuşlara Kapatıldığı, Elektrik Mühendisleri Odası’nın deprem bölgesinde yürütülen kurtarma çalışmalarına destek verme talebinin AFAD tarafından reddedildiği, Hatay’da çadırların depremzedelere değil Suriyelilere dağıtıldığı, sahte yağma ihbarları, AFAD’ın, Arap, Alevi, Kürt nüfusun yoğunlukta olduğu illere gitmediği vd.
Bazı hırsızlık fiillerinin bu en ağır şartlarda bile “yabancı düşmanlığına” sebep olacak şekilde çarpıtılması, kirliliğin maksimum düzeyini göstermektedir.
Burada bir parantez de, hırsızlar için açmak istiyorum.
Depremin en ağır tahrip edici sonuçlarının yaşandığı, insanların evlerini, barklarını, tüm eşyalarını kaybettiği, tüm milletimizin ruh ve beden olarak deprem bölgesindeki yaraların sarılmasına odaklandığı bir ortamda, bazı kişilerin hırsızlık fiillerini gerçekleştirmeleri, en aşağılık ve kirlilik halidir. Olağan hayat şartlarında hırsızlık fiilinin vereceği zarar 100 puan üzerinden 20 ise deprem şartlarında 100 puan üzerinden 100’dür.
Kahramanmaraşlı bir vatandaşımızın feryadı şu şekildedir: “Burası deprem bölgesi, binlerce insanlar öldü, vefat etti, şehit oldu, yav bizim sirkelenmemiz mi lazım, daha da böyle yangına körükle gidermiş gibi onun cebindekini nasıl çalarız onu mu düşünmemiz lazım; bize ne oldu yav, biz ne olduk yav, biz bu kadar kötü müyüz yav, bir Osmanlının torunuyuz, Kahramanmaraşlıyız yav, bizim ecdadımız var yav, sen ne oldu da bu kadar kötü oldun yav, biz ne ara bu kadar kötü olduk, hırsızlıklar depremden öncesine göre beş misli, on misli arttı”.
İnsanların vicdanlarında bu hırsızlık fiillerinin gerçekleştirilmesi ile deprem şartlarında kişilerin katledilmesi eş düzeydedir. Bu vesileyle, depremin ağır şartları dikkate alındığında hırsızlığın en hayâsızca ve ahlaksızca davranışlar olduğunu söyleyelim.
Sosyal medya üzerinden, özellikle yağma ihbarlarını içeren binlerce sahte yardım çağrılarının, devletin, TSK’nın, Kızılay’ın ve AFAD’ın deprem bölgesinde olmadığı yönündeki notlarla birlikte paylaşılması, dezenformasyon yoluyla yaraların sarılması faaliyetlerine acımasızca HANÇERLER vurmuştur. Bu yolla, mevcut siyasî iktidarla bütünleştirilen Devlete olan güvenin sarsılması için her türlü tuzakların kurulması, iftiraların atılması, kirliliğin en ahlaksızca olan yönleridir.