Güç ve menfaat temelli çatışmacı siyaseti esas alan müstemleke (sömürgeci) güçleri, bazı kavramları muhtevasını ters yüz edilerek işlerine gelecek şekilde hoyratça kullanıyorlar. Her türlü medya, iletişim araçları, yoğun, yaygın ve etkili algı oluşturma operasyonları yoluyla bu kirli oyunlarının üzerini örtmeye çalışıyorlar.
Vicdani Hassasiyetler Temelde Kurulan Fiili İttifak
Burada bir konuda belirleme yapmak istiyoruz.
Müstemleke güçler ifadesiyle, tüm Batılı toplumları kastetmiyoruz. Batılı ülkelerde de insani değerleri sahici manada savunan, her türlü insan hakları ihlallerine değişik tonlarda tepkiler veren milyonlarca insanlar var. Bunlar da, insani değerleri, vicdani tepkisellik ve dürüstlük içinde sahici olarak savunuyorlar. Bu işi yaparken de, mağdurların kimliğine değil, zulmedenlerin fiillerine bakıyorlar.
Bu tür vicdan sahipleri, hemen her ülkede mevcuttur. Bunların dinleri de farklıdır. Her dine mensup kişiler, vicdani saiklerle benzer tepkileri verebilmektedirler. Hatta vicdan terazisini esas alan, hiçbir dini inanca mensup olmayan bazı kişiler de, sahici olarak insan haklarına odaklandıkları ölçüde, hak ihlallerine karşı benzer tepkileri verebilmektedirler.
Dolayısıyla, müstemleke güçler nitelemesi bu kesimleri kapsamıyor. Aslında bunlarla insani hassasiyetler bağlamında duygu ve tepki birliğimiz mevcuttur.
İki Yüzlü Siyaset
Gerçekleri ters yüz etmeye yönelik operasyonel çabaların gerisinde ikiyüzlülük mevcuttur. Yani müstemleke güçleri, bir yandan başta insan hakları ve hukuk devleti olmak üzere her türlü insani değerleri kendilerinin savunduklarını, başkalarının bu değerleri sahici olarak savunmadıklarını söylerlerken, diğer yandan da bu değerleri en ağır şekilde ihlal ediyorlar. Bunu yaparken başvurdukları kavramlardan birisi de “meşru müdafaa”dır.
Burada bir belirleme daha yapacağız.
Burada bu mevzuu, müstemleke güçlerin iç hukuklarındaki uygulamalar yönünden değil, uluslararası ilişkiler ve özellikle de Gazze özelinde tahlil edeceğiz. Çünkü iç hukuk uygulamaları ayrı bir değerlendirme konusudur.
Meşru Müdafaanın Muhtevasının Ters Yüz Edilmesi
Son söylenecek sözü ilk önce söylemek istiyorum: İsrail ve müstemlekeci müttefikleri, meşru müdafaa kavramını, İsrail’in haksız işgallerini meşrulaştırmak için kullanmaktadırlar.
Nasıl mı? İzah edelim.
Çok genel bir tasnifle meşru müdafaa kavramının iki türünden bahsedilebilir.
Birincisi, Ülkelerin Ceza Kanunlarında yer alan, başkasına zarar verdiği halde, fiili gerçekleştiren kişiyi sorumluluktan kurtaran bir durumdur. Türk Ceza Kanununa göre “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez” (md. 25).
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na göre, meşru müdafaa; “Bir kimsenin kendisine veya başkasına yöneltilen ağır ve haksız bir saldırıyı uzaklaştırmak için gösterdiği zorunlu tepkidir.
Kısaca ifade etmek gerekirse, meşru müdafaa, ferdin “kendi kendini savunması”dır.
İkincisi, Uluslararası Hukuk alanında söz konusu olan meşru müdafaa halidir.
Birleşmiş Milletler (BM) düzeninde, her bir devletin, uluslararası ilişkilerde, gerek bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasi bağımsızlığına karşı, gerekse BM’nin amaçlarıyla bağdaşmayacak şekilde, kuvvete başvurmaktan kaçınma yükümlülüğü vardır. Bunun tek istisnası, meşru müdafaa durumudur. Yani, hiçbir devlet, bir başka devlete yönelik haksız saldırılarda bulunamaz. Ama bir devlerin, kendisine yönelik bir haksız saldırı vaki olduğunda da buna karşı şiddet yoluyla tepki vermesi, onun için bir meşru müdafaa halidir.
Uluslararası Hukuka göre, meşru müdafaanın varlığı için, bir devlete karşı haksız bir saldırının mevcut olması gerekir. Devletler, diğer devletlerin kendisine karşı haksız bir şekilde kuvvet kullanması ya da tehdidlerde bulunması halinde meşru müdafaa yoluna giderler.
Gazze’de Meşru Müdafaa Hali
Gelelim Gazze konusuna.
İsrail, yıllar yılı, uluslararası hukuka aykırı bir şekilde Filistin topraklarını işgal ederek ülke sınırlarını genişletme yoluna gidiyor. İsrail, bununla da yetinmiyor, bu coğrafi bölgeyi çevreleyerek dünyadan izole ediyor, onlara kendi istediği kadar yaşama şansı tanıyor. Kısaca, Gazze’lilerin mukadderatı üzerinde mutlak tahakküm kuruyor.
İsrailli yöneticiler, “Filistin topraklarına geliyor, benim şu kadar yerleşim yerine ihtiyacım var; oralara kendi insanlarım için yerleşim yerleri yapacağım” diyorlar.
Burada İsrail, aslında uluslararası hukuka göre İŞGAL olarak nitelenen bir eylemi, “yerleşim yeri” nitelemesi ile haklı ve meşru imiş gibi gösteriyor.
Elbette ki İsrail, kendi ülke sınırları içinde, herhangi bir yere yerleşim yeri yapabilir. Hatta bazı kendi vatandaşlarının, evlerini, arazilerini istimlak ederek, buralara yerleşim yerleri yapabilir. Ama bu fiili bir başka ülke topraklarında gerçekleştiremez. Bunu yapmaya kalkıştığında haksız saldırı ve işgal hali söz konusu olur.
Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te İsrail tarafından haksız şekilde inşa edilen yerleşim birimlerinde 700 bin civarında İŞGALCİ Yahudi yaşıyor.
Kısaca, Gazze’ye yönelik haksız bir İsrail Saldırısı ve işgali durumu söz konusudur.
Bu durumda asıl “meşru müdafaa” durumu Gazze halkı için söz konusudur.
İsrailli yöneticilerle Batılı müttefikleri, meşru müdafaanın içeriğini ters yüz ederek, haksız yere Filistin topraklarını işgal eden İsrail’e karşı Filistinlilerin gösterdikleri haklı tepkileri terörizm, Filistinlilerin bu haklı direnişlerine karşı kuvvet kullanmayı da meşru müdafaa olarak niteliyorlar.
İsrailli yöneticilerin bu iddialarındaki çarpıtma hali şu basit misalle daha anlaşılır hale getirilebilir:
B. Şaron isimli bir şahıs, A. Şirin isimli bir şahsın evine geliyor ve ona diyor ki: “içinde ikamet ettiğin (oturduğun) bu evi terk edeceksin, burada artık ben oturacağım, bundan sonra bu evin mülkiyeti bana aittir, git kendine bir başka ev bul, para falan da vermiyorum”.
Şirin de Şaron’a diyor ki, “bu ev benimdir, milyonlarca lira para vererek yaptırdım, tapusu üzerime kayıtlı, yıllarca içinde oturduğum bu evi sana vermem, gerekirse hayatımı ortaya koyarak direnirim yine de bu evi sana vermem”.
Şaron, evi elde etmek için Şirin’e karşı şiddet kullanıyor, Şirin de bu şiddete karşı direnç göstererek evinin mülkiyetini korumaya çalışıyor.
Olağan hukuki şartlara göre, Şaron haksız, Şirin’in direnci de meşru müdafaadır.
Ama Şaron, uluslararası müstemleke güçlerin güçlü desteğini arkasına alarak, Şirin’i evinden çıkarmayı kendisi için bir hak, Şirin’in direncini de haksız saldırı olarak niteliyor.
İsrail’in Filistin topraklarına yönelik saldırıları ve meşru müdafaa iddiaları Şaron’un Şirin’in evini haksız yere gasp etmesine benziyor.
Bu sebepledir ki, İsrail ve müttefikleri, haksız saldırıları “meşru müdafaa”, haklı direnmeleri de “haksız saldırı” olarak niteleyerek, meşru müdafaayı, haksız işgallerini meşrulaştırma aracı haline getirdiler.
Kısaca bu mantık çarpıtması yoluyla, İsrailli yöneticilerle müttefikleri, meşru hak sahibini terörist, işgalcileri de meşru hak sahibi haline getirmiş oldular.
Bu gerçekliğin tüm dünyaya ilan edilmesi, etkili yollarla anlatılması gerekiyor. Bizler bunu yapmaya çalışıyoruz. Bu konuda tek de değiliz. Dünya’daki tüm vicdan sahipleri, bu konuda tepkilerini ortaya koyuyorlar. Umarım hakkın galip gelmesi neticesinde bu zulümler ve haksızlıklar biter.