Sosyoloji derslerinin birinde hatırladığım tanımlamaya hayranlığım halen devam eder.
Özgürlüğün sınırsızlık değil tam tersine güçlü ve net sınırlara sahip olmakla ilgili olduğu ifade edilir.
Yani, hayır diyebildiğimiz ölçüde özgürlük alanımıza sahip çıkabiliyoruz.
En azından sosyoloji disiplini böyle diyor.
Bir de kitapların dili ile hayatın pratiği uyuşsa!
Türkiye'de hayır diyebilmenin sadece sosyolojik/psikolojik değil, somut ve katı karşılığını gören toplum mühendislerinin pek azı hariç köşelerine çekildiler.
Sinmenin ötesinde gizlendiler.
Gazeteciler...
Siyasetçiler..
İş dünyası..
Sanat...
Züccaciye dükkanına giren filleri, psikolog koltuğunda oturma kıvamında izlediler.
Türkiye, sırat köprüsü üzerinde adeta mıhları gevşek bir çadır gibi sallanıyor.
Gerektiğinde hayır diyebilmek, diyene olduğu gibi iktidar sahiplerine de onur ve akıl aşılar.
Görüntüyü cam sileceklerini çalıştırarak nitelendirebiliriz.
Nereden başlanmalı sorusuna 15 yıldır yakın dostlarıma söylediğim söz ile yanıt vereyim:
Kişilik bozukluğunu karizma sanma huyundan vazgeçerek!
İRAN, ASKERİ ARAÇLARLA SINIRIMIZA AFGAN TAŞIYOR
1-Vahşi Taliban’ın, 6 ayda ele geçirmesi beklenen büyük şehirleri 6 günde ele geçirmesi ve genel af ilan etmesi; Afganistan’dan kaçışı engellemesi açısından ve ülkemiz üstündeki mülteci baskısını azaltması açısından hayli faydalı olmuştur.
-İran Devrim Muhafızları ordusu kendine ait askeri araç ve vasıtalar ile günlük olarak sınırımıza düzensiz Afgan göçmen bırakıyor.
Yine konunun uzmanlarına göre İngiliz gazeteci ve yazar olan David Hearst’'ın köşe yazısında ilginç bir iddiası var.
Bilindiği gibi, azımsanmayacak bir kısım tarihçi Sovyetlerin çöküş döneminin Afganistan’daki yenilgisi ve geri çekilmesi ile başladığını yazmakta.
David Hearst’de önce bu saptamaya atıf yapıyor, bunun üstüne kendi analizini inşa ediyor. Bu yenilginin, Batı ittifakının küresel düzendeki dominant etkisinin sonunun başlangıcı olduğunu iddia ediyor.