Bu yazımızı, güncelden uzaklaşarak, farklı bir konu hakkında yazmak istiyoruz.
Anayasa Hukuku Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak, inceleme alanımla alakalı söylenen bir sözle ilgili değerlendirmelerimizi okuyucularımızla paylaşacağız.
Hukuk ve Kurumlar Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Pascal Texier. Kendisi Fransız vatandaşı ve Limoges Üniversitesi'nden emekli. Çok sayıda eserleri mevcut.
Texier’in “Fransız Laiklik Modelinin Kaynakları” başlıklı makalesi Türkçeye çevrilmiş ve İbrahim Ö. KABOĞLU tarafından derlenen “Laiklik ve Demokrasi” (İmge y., Ankara, 2001) kitapta da yayınlanmıştır.
Texier, bu makalesinde şu ifadelere yer vermiştir:
“Laiklik, birey vicdanına her türlü dinî otoritenin müdahalesinin dışlanmasıdır. … Akıl, cehalete üstün gelmek zorunda olup herşey aklın incelemesinden geçebilmeli. Artık, felsefe ve akıl, insana rehberlik etmek zorundadır. Akıl ve felsefe insanoğlunun hizmetine sunulmalıdır. Ne hukuk, ne de din bu incelemenin dışında kalmalıdır. İspatlanamayacak her şey ile mücadele edilmelidir” (sf. 15, 20).
Texier’in bu sözü dinler için söylediği görülmektedir. İslam Dini de, bu sözün hedef muhatapları kapsamında yer almaktadır. O’na göre, dinlerde sadece vicdanî olarak inanma vardır. Bu inanma işinde akıl devre dışı kalmaktadır. Allah’ın varlığı da dâhil olmak üzere hiçbir dini inanç konusunun aklî ve mantıki delillerle ispatlanması mümkün değildir.
Texier’i dinleyen birisi, İslâm Dininin tamamen düşünceyi, aklı, aklın kullanılmasını, tefekkürü, muhakemeyi, fikri derinleşmeyi reddettiğini düşünür.
Bu konuda Texier ile aynı kanaatte değilim. Texier’in bu sözü diğer bazı dinler için söz konusu olabilirse de İslâm Dini için söz konusu değildir. Ben diğer dinlerin Texier’in bu sözü ile alakalı neler söylediği konusunda bir şey yazmayacağım.
Fakat İslam’ı da hedef alan bu sözle alakalı bir Müslüman olarak, İslam Dini, modern bilimsel bilgiler, akıl, mantık ve muhakeme çerçevesinde bir tahlil yapmak istiyorum.
Önce bir soruyla cevaplama sürecini başlatmak istiyorum.
İslam Dini, aklı, mantık ve muhakemeyi tamamen iptal edip, salt kalbî olarak inanılan bir inanç sistemi midir? Kur’an’da aklı devre dışı bırakan ayet ve emirler var mıdır? Daha spesifik olarak sormak gerekirse, Allah’ın varlığının aklî-mantıkî olarak ispatı mümkün müdür?
Bu soruya, Kur’an ve Hadis-i Şeriflerden misaller vererek cevaplamaya başlayacağız.
Düşünerek tefekkür etmek, akıl sahibi insanlara mahsustur. Düşünmek, tefekkür etmek aklın kullanılmasıyla gerçekleşir; bilim, sanat ve kültürün diğer türleri düşünme ve tefekkürün neticeleridir. Tefekkür, etraflıca düşünmek, bir meseleyi halletmek için aklı çalıştırmak, zihnî faaliyetlerde bulunmaktır. Bir diğer ifadeyle tefekkür, kelime anlamı itibariyle, insanın zihnî ve aklî faaliyeti, zihnin kendine özgü eylemi, belli bir şeyi anlamaya yönelik olarak harekete geçmesi, bir konu hakkında fikir ileri sürülmesi, aklın fonksiyonel hale gelmesi demektir.
Kur’an ve Hadis-i Şeriflerde ehemmiyetle üzerinde durulan bir kavram da tefekkürdür. Kur’an’da tefekkür ve türevleriyle ilgili takriben 750’den fazla ayetin var olduğu belirtiliyor.
Kur’an’da Tefekkür ve Akıl ile Alakalı Bazı Ayetler.
Önce tefekkür ve akıl ile alakalı ayetlere kısaca yer vermek istiyorum.
Kitabı Kur’an-ı Kerim, aklı ve kâinatı kendisine şahid gösteriyor. Kur’an-ı Kerim’de insanları akla, düşünmeye, tefekküre yönlendiren ayetlerden bazıları şu şekildedir:
“Allah, etraflıca (aklınızı kullanarak) düşünesiniz diye size ayetleri açıklıyor” (Bakara, 219, 266); Yine düşünmeyecek misiniz”? (En’am, 50, 80; Yunus, 3; Hûd, 24, 30; Nahl, 17; Mü’minun, 85; Secde, 4); “…hiç düşünmez (akıl etmez) misiniz”? (Bakara, 44, 76; Âl-i İmran, 65; Â’raf, 169); “Siz hiç âkîlâne (aklı kullanarak) düşünmeyecek misiniz”? (Enbiyâ, 67). “And olsun, ilk inşa (yaratma)yı bildiniz; ama düşünmeniz gerekmez mi”? (Vakıa, 62). “Sistemli bir şekilde düşünüp ibret alacak kimseler için ayetleri böyle ayrıntılarıyla açıklıyoruz” (Yunus, 24). “Doğrusu bütün bunlarda, sistemli düşünebilen kimseler için nice deliller, alınacak nice dersler vardır”. (Ra’d, 3); “…tevhidi gösteren kesin bir delil vardır” (Nahl, 11, 69); “…nice dersler ve ibretler vardır” (Rum, 21; Zümer, 42; Casiye, 13). “Biz bu misalleri insanlara veriyoruz ki, etraflıca düşünüp gerekli dersi alsınlar” (Haşr, 21).
Tefekkür ve Akıl ile Alakalı Bazı Hadisler
“Bir saat tefekkür, bazen bir sene ibadetten daha hayırlıdır”; “Tefekkür gibi ibadet yoktur”; “İnsanların dünyada birbirlerine karşı üstünlükleri akıl iledir; kimin aklı üstün ise, onun diğeri üzerinde bir üstünlüğü vardır”; “Allah’ın yarattıkları (eserleri, nimetleri) üzerinde tefekkür ediniz”; Hz. Muhammed, “ayetlerindeki göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akıl sahipleri için ibretler vardır. Onlar; ayakta, otururken ve yanları üstünde yatarken hep Allah’ı zikrederler. Ve göklerin, yerin yaratılışı hakkında düşünürler. Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen pak ve münezzehsin; bizi ateşin azabından koru derler” (Âl-i İmran Suresinin 190-191) şeklindeki ayetleri okuyup da onun vurguladığı hususlar üzerinde düşünmeyenlere yazıklar olsun” demiştir.
Bütün bu ayet ve Hadislerde, insanların, hakikate ulaşmak için akıllarını kullanmaları, gözlem yapmaları, düşünmeleri, muhakeme ve tefekkür yapmaları öneriliyor. İslâm Dininin hakikatlerinin anlatılması ve anlaşılabilmesi için, akıl ve mantık çerçevesinde düşünülmesi, tefekkür edip muhakeme yapılması gerekir.
Beyin Cerrahı uzmanı, düşünür, edib (edebiyatçı), şair, güftekâr, mûsikîşinas, teolog, filozof, hattat Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın, “beni bilim adamı yapan Kur’an’dır, Kur’an’ı okudukça, inandıkça bilim adamı oldum, bilim adamı oldukça Kur’an’ı okudum; El Birûnî der ki, ‘bilimle uğraşmama sebep olan, Bakara Suresinin 191. ayeti’dir. Ben de (Aydın) Kur’an’ın hepsidir diyorum. Çünkü Kur’an’ı okuyup da bilime bigâne (ilgisiz) kalmak mümkün değildir. Çünkü Kur’an’ı her okuduğumda bilim çıkıyor karşıma” demiştir.
Yaratıcı ile Alakalı İspatlama Yöntemi
Bu konuda Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Barbaros Nalbantoğlu ve ilahiyat ve mantık Anabilim Dalları Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Kavlak’ı da dinleyelim:
Dilimizde 29 harf vardır. Bu harfler kullanılarak kelimeler yazılır, cümleler yazılır, kitaplar yazılır, ciltlerle ansiklopediler yazılır. Bütün bunlar, 29 harf kullanılarak yazılır.
Benzer şekilde bir DNA alfabesi, bir genetik alfabesi var. Bu alfabe dört tane harften oluşuyor. Bunlar ACGT harfleri ile ifade edilen 4 moleküldür (4 nükleotid). İnsanın her bir hücresinde bu 4 harfin kullanıldığı 46 ciltlik yazılım [(2X22)+2= 46 kromozom] mevcuttur. Lineer olarak 2 metre uzunluğunda olan bu yazılımın sıkıştırıldığı yer 100 mikrometredir.
Bir söz vardır: “yazılmış bir harf kâtipsiz (yani onu yazan birisi olmaksızın) olamaz”.
Benzer şekilde, yazılan bir şey, bir harf değil de, yüz binlerce harflerin ve on binlerce kelimelerin anlamlı bir şekilde bir araya gelmeleriyle meydana gelmiş bir kitap, bir ansiklopedi ise, o zaman o kitap ya da ansiklopedinin bir yazar tarafından yazılmaksızın kendiliğinden tesadüfen meydana geldiği kesinlikle söylenemez. Bunun aksini iddia etmek, kitabı yazan kişiyi yazarken gördüğü halde, o kişinin yazdığını inkâr etmeye, bir aracı süren şoförü görüp de, o aracın şoförsüz olarak gittiğini söylemeye benzer ki, bunun akıl, mantık ve gerçeklikle bağdaşırlığı yoktur.
Her bir insanda en az 100 trilyon hücrenin olduğu bilinmektedir. Her bir hücrede, dört harf (ACGT) kullanılarak yaklaşık 3.2 milyar harften meydana gelen bir yazılım (24 kromozom) mevcuttur. Hücredeki 46 kromozom için yaklaşık 6 milyar harf karşımıza çıkmaktadır. Yani her bir insanda, 100 trilyon hücrenin 3.2 milyar ile çarpımından oluşan rakam kadar harflerden oluşan bir yazılım mevcuttur. Her bir insanın simasının, parmak izinin farklı olabilmesi için de, insan DNA’larının %0.1’lik farklılık göstermesi gerekmektedir.
Bir harf, bir makale, bir kitap nasıl kâtipsiz (yazansız) olmazsa, üç küsür milyar harften meydana gelen bir yazılımın da kendi kendine tesadüfen olacağını söylemeye ihtimal veren bir akıl yürütmenin kabulü mümkün müdür?
“4 harf (ACGT) kullanılarak yazılan altı milyar harften meydana gelen ve 100 mikrometrelik bir hücreye sıkıştırılan 46 ciltlik bu yazılımı kim yazdı”? Bunları aklı olmayan 5 atom yazmış olabilir mi? Bunlar nasıl yazıldı? 5 atom 4 farklı molekülü oluşturarak, bu 4 farklı molekül yan yana dizilerek, 46 ciltlik bir yazılım ortaya çıkabilir mi? 1000 nükleotidten oluşan DNA’nın tesadüfen doğru yazılma ihtimali 41000 = 10600 ’de 1’dir. Yani bunun tesadüfen doğru yazılma ihtimali 1 rakamının arkasında 600 tane sıfır olan sayının içinde 1’dir. 1014 =1 Trilyon olduğuna göre, 10600 hangi kelime ile ifade edilecektir. 1000 nükleotidin tesadüfen doğru yazılma ihtimali böyleyse, 3.2 milyar nükleotidin tesadüfen doğru yazılma ihtimalini hesaplayabilmek mümkün değildir.
10 sayfalık bir makaleyi, 200 sayfalık bir kitabı kim yazdı diye sormak aklın bir gereğidir. Hiçbir kimse, bunların tesadüfen yazıldığını söyleyemez. Şayet bunu söylerse, o kişinin aklından sorunu var demektir. Peki, 100 mikrometrelik bir hücreye sıkıştırılan 46 ciltlik yazılımı kim yazdı”? diye sormak lazım değil midir? Bir harf yazansız olmuyorsa, 10 sayfalık bir makalenin yazarı inkâr edilemiyorsa, 200 sayfalık kitap kendiliğinden yazıldı denemiyorsa, 46 ciltlik bu yazılımı yazan yoktur, bunlar kendiliğinden tesadüfen yazıldı demek ne kadar makuldür?
Bürhan dediğimiz aksi ispat edilemeyen deliller, yani aklın ve kâinattaki hâdiselerin ittifak ettiği deliller, hükümler, kaziyeler, önermeler vardır. Bunlar İslamiyet’te vardır. Mesela, bir iğne ustasız olmaz, bir harf, kitap, makale kâtipsiz olmaz, san’atlı bir eser san’atkârın (o sanat eserini yapan) varlığını mutlak olarak gerekli kılar.
Dolayısıyla, bir insandaki 100 trilyon hücrenin 3.2 milyar ile çarpımından oluşan rakam kadar harflerden oluşan yazılımların, onları yazansız olması mümkün değildir. Bir ceylanın tablosunu görüp, mutlaka bu tabloyu yapan bir ressam var dedikten sonra, tabloda resmi çizilen Ceylanın kendi kendine olduğunu söylemek, Fatih Sultan Mehmed’in bir ressam tarafından yapılan bir resmini görüp, bu resim kesinlikle kendiliğinden olamaz deyip Fatih’in kendiliğinden meydana geldiğini söylemek, yazılı bir kitabın mutlaka bir yazarı vardır dedikten sonra, o insanın her bir hücresindeki 3.2 milyar kelimeden oluşan yazılımın kendiliğinden yazıldığını söylemek, akılsızlık, mantıksızlık, gerçekliğin inkârı olsa gerek.
Kısaca ifade etmek gerekirse, bütün bunların, akıl ve irade sahibi olmayan atomlar tarafından yazılması mümkün değildir. Bunların kendiliklerinden olması da mümkün değildir.
Bazıları evrendeki fiillerin, tabiattaki kanunlar tarafından yapıldığını söylemektedirler.
Tüm bu fiillerin tabiat kanunları tarafından yapılması da imkânsızdır. Çünkü hiçbir kanun, kendi başına bir iş yapamaz. Kanunlar, ancak onu koyan ve uygulayan bir kudret sahibi varsa etkili olabilir. Mesela Türk Ceza Kanunu (TCK), bir kanundur, bu kanun devlet tarafından konulup uygulanmadığı, devletin bir organı olan mahkemeler bu kanunu görevleri kapsamında uygulamadığı takdirde, yani TCK kitaplarda kaldığı sürece, bin sene de yaşansa, binlerce cinayetler de işlense, bu kanun uygulanamaz, kitaplarda kalmaya mahkûmdur. Nasıl, TCK’daki kuralların uygulanabilmesi için, devletin gücüne ihtiyaç varsa, tüm tabiat kanunlarının da etkili olması için, hem onları koyan hem de uygulayan kudret sahibi birine ihtiyaç vardır. Ateistler, bu gücün ne olduğunu söylemiyor, o gücü de kanuna veriyorlar. Oysa kanun, güç sahibi değil, güç sahibinin bir iradesidir. Bir kanunun, kendisini koyan ve uygulayan bir güç yoksa etkinliği sıfırdır. İşte Müslümanlar, tüm tabiat kanunlarını koyan ve uygulayanın, her insandaki katrilyonlarca harflerden meydana gelen yazılımları yazanın Allah olduğunu söylüyor. O Allah, kudreti tüm kâinata hükmeden, ilmi nihayetsiz olan yaratıcıdır.
Nitekim 14 yaşında ateist olan, bir zamanlar ateizmin temsilcisi olarak bilinen, hayatının 50 yılını ateist olarak, hayatının son 6 yılını da Allah’a iman ederek yaşayan Antony Flew, “Yanılmışım, Allah Varmış” başlıklı kitabında, “düşüncelerimin değişmesinde en önemli faktör, hücrelerin ve DNA’nın kompleks yapısı karşısındaki hayranlığımdır, artık kainatın sonsuz bir ilim ve kudret sahibi bir yaratıcı tarafından var edildiğine (yaratıldığına) inanıyorum. Bu evrenin kompleks ve akıl almaz mükemmellikteki kanunlarının ilahi bir ilim ve irade tarafından ortaya konulduğuna, hayatın ve yaratılmanın ilahî bir kaynaktan başladığına inanıyorum” diyerek, bu konuyu ilmi ve mantıki olarak izah ediyor.
Bütün bu izahatlarda Allah’ın varlığına körü körüne bir inanma değil, bir ispatlama, delillendirme, aklın kullanılması, düşünme, muhakeme yapma fiilleri söz konusudur. Texier’in bahsini ettiği ispatlanamama durumu kesinlikle yoktur.
Bu vesileyle, Texier’in “İspatlanamayacak her şey ile mücadele edilmelidir” sözünün İslam Dini ve İslâm inancı yönünden bir geçerliği mevcut değildir.
Merak ediyorum, Texier bu yazımızı okuyacak olsa, acaba bu sözü İslâm Dini için söylemeyi uygun görür mü?
Ben Texier’in bu sözü en azından İslâm Dini hakkında söylememesi gerekir derim. Şayet Texier, hala bu sözü söylemeye devam edecek olursa, o zaman bilinçli bir şekilde, İslâm Dinine düşmanlık yapmış; tüm aklî ve mantıki gerçeklikleri göz ardı ederek, inadî bir şekilde inkârcı tutumunu sürdürmüş olur.