Sinema, bizi bilincimizin altı ile yüzleştirdiği gibi tam ortasına bir de salıncak kurdu.
Daha doğrusu, çoğumuz bilincimizin bir de alt katı olduğunu sinema ile öğrendik.
Bu öylesine tuhaf, sarıcı, sarsıcı bir duyguydu ki;
Henüz tanışmadığımız ‘
öteki bizi’ başka alemlere seyahate çıkaracak kadar ikna ediciydi.
Pelerini beyaz bir büyücü vardı karşımızda…
Nefretin sevmeye engel olmadığını ondan öğrendik…
Amerikan sinemasının tüm Dünya’ya yaydığı “
Bad Man” kavramının bizdeki karşılığı beyaz perde’nin “
Kötü Adam”larını bile aileden saydık.
Belki de risksiz hayal kurma ihtimaliydi bizi büyüleyen.
‘
Sinema dili’ denen o beyaz büyücü, erken büyüttü bizi.
Dizi diye bir kavram uydurdular ama biz yemedik! Sinema niyetine izledik.
Tuhaf tuhaf duygular yaşadık.
Ceyar’ı savunanları ayıplarken, çaktırmadan Ceyar’ı tutacak kadar şirazeden çıkan savrulmalar yaşadı bu kuşak.
Hele
Lusi…
Kömür kokulu evlerimizden Dallas’a ulaşan annelerimizin bedduası, erkeklerin iç geçirmesi ile ömrü heba olan bir küçük kızdı Lusi.
Nice yiğitlerin ayağını kaydıran o sarışın güzel kadın.
Velhasıl kontrolsüz mutluluklar yaşattı bize sinema.
Hollywood diye bir şey girdi sonraları dünyamıza.
Kafamız karıştı.
Popülist, ayrımcı ve realist bir pazarın ortasında bıraktı bizi.
Bir dakikayı bir dakikada anlatan, yoran, gerçekçilik adına gerçeği iğdiş eden bir sinema türü.
Fransız ve İspanyol sineması dışında sürekli taklit edilen Hollywood sinemasının bile halen,
İzzet Günay ve
Türkan Şoray’ın “
Vesikalı Yarim” in gerçekliğine ulaşamadığını bir gün birileri yazar umarım.
Başka bir mesele daha var…
Hollywood’un sinemayı stratejik bir enstürüman olarak kullandığına yönelik haklı eleştirilere katılırım ama bu konuda ilklerden birisinin Türk Sineması olduğunu da hatırlatmamız lazım.
Yalnız siyasi tarihimiz değil, sinema tarihimizin de bir sivilleşme ajandası var.
Sinemanın icadından 3 yıl sonra Türkiye’de filimler gösterilmeye başlandı.
İlk filimler
Enver Paşa’nın emri ile kurulan “
Merkez Ordu Sinema Dairesi” tarafından yapıldı.
Hemen arkasından 1917’de askeri nitelik taşıyan
Müdafaa-i Milliye Cemiyeti de o günün stratejik filmlerine imza attı.
İlk özel film şirketi ancak 1922’de Kemal filmle kuruldu.
1947 yılında çekilen toplam film sayımız ancak 12’iydi.
1960’lar Türk Sineması için sıçrama yılı oldu; Çekilen film sayısı 100’ü geçti.
Star sistemi 1960’lı yılların ürettiği bir kavram olarak geçti kayıtlara.
1972, 299 sayısı ile, Türk Sinema tarihinin en fazla yapım sayısının da tarihidir.
Sinema için ayrılmış bir devlet aklı olmadığı için hem sayıda, hem de kalitede inişli çıkışlı bir tarihimiz oldu.
Yıl 1988… Gösterime giren film sayımız sadece 13…
Beyaz Perde’nin rakamsal vaziyetini başka bir yazıya bırakarak minik bir dip notla final yapalım:
Müthiş fiziğine rağmen, rol yapma kabiliyeti çok düşük bir Ayhan Işık’tan, Kült bir karakter çıkardık.
O kadar naiftik ki!
“
Ama sen iyi rol yapamıyorsun!” demek yerine, biz rol yaparak, “
Sen bir Kralsın!” dedik
Ayhan Işık’a…
Kötü mü yaptık!
Asla ve Katta!
Bize de bu yakışırdı!
* Talat Atilla’nın Godfather dergisine yazdığı yazı…