Kıyametin nasıl kopacağı konusunda muhtelif rivayetler var.
Kıyamet aniden kopacak diyenler kadar...
Kıyametin zamana dayalı kopacağını bildiren ayet ve hadisler var.
Bir İslam âliminin kıyamet tarifi, çok doyurucu geldi bana.
Şöyle tarif ediyor kıyameti;
“Allah, ayette yıldızlara bir yörünge çizdiğini ve o yörüngede hareket ettiğini söyler. Yani, nihayetinde taş toprak olan gezegenlerin bir şuuru yoktur, onlara birbirlerine ve dünyaya çarpmayacak şuuru Allah verir. Ama kıyamet anında Allah tüm gezegenlere verdiği bu şuuru geriye çekecek. Akılsız kalan seyyareler (Yıldızlar) birbirine çarpacak ve kıyamet öyle kopacak”der.
Bu girizgâh iktidar partisinin mahşerini anlatmak içindi!
Kainatta her şey doğar, büyür ve ölür.
Partilerin de bir ömrü var!
İktidar partisinin ömrünü tamamlama evresine girdiği yönünde kuvvetli emareler var.
Oysa iyi başlamışlardı!
Organize suç örgütü gibi görünen partilerin aksine, TBMM lojmanlarını satarak Milletvekillerini halkın içine katmış...
Hareketin lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan, orta gelirli kesimin ikamet ettiği Keçiören’de oturmayı seçmiş...
Toplumun başka siyasi fraksiyonları ile dertleri olmadığı, dışlanmış Anadolu insanına hayat alanı açacaklarını vaat etmişlerdi.
İlk 2 dönem bu yönde yapılan olumlu icraatlar, iktidar partisinin yeminli düşmanlarını bile sessizliğe sokmuştu.
İktidar partisinin içine belki de tarihin bile çözemeyeceği gizemde bir görünmez el girdi!
İktidarın bazı unsurları, önceki iktidarlarda şikayet ettikleri ne varsa, hepsini kendileri yaptılar!
Adam kayırma, yolsuzluk, suiistimalin yanında, belki de iktidarın ana kolonlarını en derinden sarsan bir acayip kibire bulandılar!
Keçiören’den Külliyeye...
Lojmandan plazaya taşınan bu siyasi öykü, tabanda önce sessizlik, sonra şaşkınlık ve nihayetinde ayrışma-ayrılma noktasına kadar geldi.
Sadece tabanda mı?
Partinin kurucuları, eski genel başkanları, bakanları, başbakanlarının eleştirileri, “Hain, otur yerine!” şeklinde karşılık buldu.
Oysa, dedikleri yapılmasa bile itiraz edenleri sadece dinlemekle dahi, iç muhalefetin önemli bir bölümü partide kalabilirdi!
Ya medya?
İktidarı destekleyen medyanın ezici bir çoğunluğu komik ötesi facia!
Ne yazdıkları okunur, ne söyledikleri dinlenilir bir acayip medya anlayışı doğdu!
Bu medyanın yöneticileri ile ilgili iki kelam etmeye dahi değmez!
Hacivat-Karagöz bu günkü neslin ne kadar ilgisini çekiyorsa, iktidar yanlısı medya da o kadar ilgi çekici oldu!
Başkanlık sistemi tartışılırken, Habertürk TV’de “Referanduma gitmek doğrudur ama başkanlık sistemi yanlıştır!” kelimemi dahi, beni linç etmenin bir enstrümanı yapacak kadar ileri gidildi!
“Türkiye Cumhuriyeti ibaresinin” kaldırılmasına karşı çıktığım için de...
8 sene önce TV 8’de “Gülen; hem CHP’yi, hem de iktidarı idare ediyor. Kökü dışarıda bir yapının Türkiye’ye faydası olabilir mi?” dediğim için de hem iktidar, hem FETO lincine uğradım.
“Açılım yapmanın anlamı yok. Çünkü, PKK’yı ayakta tutan tek şey silahtır. Bu açılım yürümez!” dediğim zaman da...
Hangisini sayayım ki?
Daha yakın zamanda muhatabı tarafından dahi doğrulanan “Abdullah Gül’ün aracında zehirli gaz şüphesi” yazım yüzünden Milliyet’ten kovuldum!
Ondan önce de mobbing ve yayın politikası yüzünden Güneş gazetesi Ankara temsilciliği ve yazarlığından istifa ettim.
Daha geçmişte ise, Yankı Dergisi’ndeki köşemden beni koparan da iktidarın bir gurup başkanvekiliydi!
Kendi serüvenim gibi görünse de, bu dönemin ruhunu aktarmak anlamında yazıma katkı vereceğini düşündüğüm için değindim.
Oysa, hiçbir yazımda tek kelimelik iftira, hakaret yoktu!
CHP’yi de eleştirdiğim gibi, iktidarı da eleştirdim.
CHP’ye eleştirilerimin temel dinamiği, Türkiye’nin güvenlik konseptine yeterince hassasiyet göstermemesi üzerine olmuştur.
Neyse...
Gelelim finale...
İktidar, hızlı ve kararlı bir şekilde siyasi konseptini değiştirmezse, bir daha hiçbir seçimi kazanamaz!
İç mantığını, öz şuurunu kaybeden iktidar, sallana sallana yıkılmaya ve yıkmaya doğru gidiyor!
Bakanlar kurulunun tamamını, partinin hepsini değiştirse bile!
Aslında bu gerçeği herkes görüyor!
Cumhurbaşkanı’na bu çıplak gerçeğin söylenmemesi bile Erdoğan’ın ve Türkiye’nin yalnızlığını belgelemeye yetmiyor mu?