Ruhumuzun kara deliği: EGO
Öğrenci üstadına sorar;
-Ego nedir?
Üstadın yanıtı sert olur;
-Bu nasıl aptalca bir soru böyle…
Öğrenci başını öne eğerken, hocası gülümseyerek cevap verir;
-Ego tam da benim verdiğim yanıttır!
Bu örnek, ego denen yarı bilinmezi bir parça açıklasa da, insanlık tatmin edici yanıtı henüz bulamadı.
Ruhumuzun kara deliği, beynimize sızmış bir virüs, aklı maymuna çeviren bir sanal avuntuyu öyle tek kalemde izah etmek kolay değil.
Ego sadece güç olgusu ile mi ilintili acaba?
Evet, herkeste ego var ama dilencinin ‘ego’sunu önemseyeni henüz görmedim.
Sanırım güçlü-güçsüz arasındaki psikolojik oyunun adı ego…
Her güçlü “ego’lu mu?
Genelleme yanlış olsa da yanıtı, ne yazık ki; Çoğunlukla evet…
Peki, ego ve kibir akraba mı?
Amcaoğlu değil, her ikisi de maalesef çok iyi anlaşan kardeş…
Ego ile ilgili beni en çok etkileyen örneklerden birisi Ebu Cehile ait.
(*Gerçek adı Amr bin Hişam'dır. Ebu Cehil ismi müslümanlar tarafından kendisine verilmiştir. İsminin anlamı cahilliğin babası manasına gelmektedir. İslam dinin en büyük düşmanlarından biri olarak tarihe geçmiştir. Kureyş kabilesi tarafından oldukça zeki ve bilgeli bir insan olarak bilinirdi.)
Bedir savaşında ağır yaralanan Ebu Cehil, “Seni öldüreceğim” diyen kureyşli bir kişiye, “Savaşı kim kazandı?” diye sorar.
Kureyşli, “Biz Müslümanlar” yanıtını verince, Ebu Cehil, “O aniden çıkan atlılar kimdi peki?” der.
Kureyşli, “Onlar Allah’ın Kur’an’da söylediği meleklerdi” deyince, Ebu Cehil kibrin zirvesine doğru tırmanan o sözü söyler;
“Hani siz yenmiştiniz bizi. Şimdi içim rahatladı. Desene Muhammed beni yine yenememiş! Bak, meleklere mağlup olmuşuz!”
Kureyşli’nin hiddeti daha da artar ve öldürmek için kılıcını tam kaldırdığında, Ebu Cehil, “Son bir dileğim var!” diye seslenir.
Ebu Cehil son nefesinde, belki de tüm zamanların en kibirli sözlerinden birisini tarihin çöplüğüne bırakarak gider;
“Kafamı tam boynumdan kes ki; Ebu Cehilin kafası heybetliydi desinler!”
Ne dehşetli bir örnek değil mi?
Daha dehşetlisini söyleyeyim mi?
Kime, “Sen de ego var?” desen, -Ki demek kolay değil!- kızgın yağa batırılmış gibi zıplıyor.
İnsan kabul etmediğini sorgulayabilir mi?
Ego’yu kabul etmenin ruh konforunu bozmak gibi bir maliyeti var tabi.
Medya, iş dünyası, siyaset, sanat gibi güç ile ilişkili insanların ego ile kurdukları Katolik nikahı boyunlarına astıkları zavallılık nişanı gibi parım parım parlıyor.
Ölümsüz müsün?
Ölünce, Azrail kibirinden korkar ve geri mi gönderir seni?
Göğü deler, yeri mi yararsın?
Kimsin sen arkadaş?
Egon senin en zavallı varlığın.
Bununla mı övünüyorsun?
Üstelik sanal.
Aklını, ruhunu hapsettiğin bir çukur orası.
Egonu kazarak, sakladığın yeri bile unutup, “Hani yok ki?” diyen halini görsen acırsın kendine.
O kadar alışmışsın ki egona.
“Egom yok” diyenin bile egon olduğunun farkında değilsin.
Ego dediğimiz kibirin yağda inceltilmiş, diplomatik hali.
Kibir, şeytanın gözünden bile sakındığı çocuğu.
Sahi, artık şeytan’dan da rahatsız olmuyoruz değil mi?
İşitiyorum sizi;
“Boş boş yazmaktan vazgeç” diyorsunuz…
Sustum…
BU SÖZLERE DE Mİ SES YOK!
Bir Fransız “Geriye Erdoğan’ı öldürmek kalıyor!” deyince, bu topraklarda yaşayanlar dahil birilerinin, “Keşkeeee!” dediğinden eminim.
İşçi Partisi Lideri Perinçek’in bile gerisine düşen bir muhalefet olmasaydı, şimdiye kadar bu ucube adama, “Haddi bil, varsa sıkıntımız kozumuzu biz aramızda paylaşırız!” demesi gerekmez miydi?
Dil ucuyla falan değil, içten gelen gümbür gümbür bir itirazla.
Üstelik bu adam bir siyaset bilimci.
Bazen, hatta çoğu zaman nutkum tutuluyor.