KHK ile gündeme gelen 121. maddedeki, “15
Temmuz darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler” ifadesi, büyük tartışmalara yol açtı.
Daha doğrusu;
“
Bunların devamı niteliğinde eylemlerin bastırılması” kelimesi şüphe ile karşılandı.
Yani, bu KHK ile durumdan vazife çıkaran bazı unsurlar, düşman tanımlaması yaptığı kişilerin canına kast eder mi?
Doğrusu bu KHK’ya itiraz edenlerin, “
Yazılı bir KHK’yı şifai düzeltemezsiniz” sözleri çok mantıklı.
Öyle ya…
Ortada yazılı bir KHK var ve bu KHK izaha muhtaç ise, bunu ancak yazılı bir şekilde düzeltmekle sorun ortadan kalkabilir.
İktidar cephesinden gelen itirazların da kendi içinde bir mantığı var ama çıkarılan KHK’ya itiraz edenler kadar anlaşılır değil.
İktidar yeni bir KHK ile 16 Temmuz ifadesini eklese aslında tartışma bitecek…
Eklemiyor!
Muhtemelen de eklemeyecek…
İlk bakışta bu durum, iktidarın kuru inadına, ya da , “
Ben yaptım, oldu!” tavrı ile açıklanabilir ama…
Perde arkası çok farklı…
Başta FETÖ olmak üzere bir çok terör örgütünden, hükümet kanadına yaklaşık 6 aydır yoğun bir şekilde yeni bir kalkışma, suikast ve halkı sokağa dökecek provokasyon tehditleri geliyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gömlek kalınlığında çelik yelek giymesinden, yediklerinin daha özenli kontrolüne, araba camlarının görüş mesafesine çekilmesinden, toplantı ve yürüyüşlerin iptaline kadar bir çok önlemin asıl nedeni artan bu iç tehditlerdi.
Ve kısa süre önce Türk istihbaratı, özellikle yabancı bir istihbarat servisinin yerli teröristlerle birlikte halkı sokağa dökecek eylemler zinciri hazırladığına dair somut bilgiler edinince, bu KHK’nın çıkarılmasına karar verildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu KHK’yı savunurken söylediği,
"Yanlış yorumlama olursa, gereken müdahale yapılır" sözlerini yukarıda yazdıklarımın parantezinde değerlendirirseniz, sanırım KHK’nın perde arkasını biraz daha aralamış olursunuz.
Yaklaştılar!
Sıkıntıları beraberce göğüsleyeceğimiz bir kardeşlik üslubunu, dayanışmasını gerçekleştiremezsek çok zorlanacağız!
SONER YALÇIN
Sanırım
Doğan Yurdakul’un (Doğan Abi haber müdürümdü) eşi Güngör Yurdakul’un cenazesinde tanıştık
Soner Yalçın’la.
Belki samimi, belki nezaketinden, ya da diplomatik bir dil olsun diye,
“Turktime’ı ilgi ile takip ediyorum” mealinde bir şeyler de söylemişti.
Hiçbir gazeteciye
not verme, hatalarını tespit etme makamında değilim; Ben, kendi hatalarımı düzeltmekle meşgulüm ama bir türlü tam kanaatimin oluşmadığı/oluşamadığı Soner Yalçın’la ilgili birkaç sübjektif tespiti söylemeden geçemeyeceğim.
Anne tarafından Çorum, baba tarafı Horasan’a dayanan Yalçın, basın tarihi yazıldığında hatalarıyla sevaplarıyla iz bırakması muhtemel bir gazeteci.
Kendine has bir vicdanı, şahsına münhasır bir duruşu var.
Zaman zaman zihinsel savrulmaları, durduğu nokta ile ilgili tereddütler oluştursa da, gazetecilik refleksleri güçlü birisi.
O güçlü gazetecilik reflekslerinin içine kaçan insan etiketleme, hatır için gazetecilikten feragat etmesine
Aylin Nazlıaka olayında bizzat şahit olmuştum.
Nazlıaka’nın yakın çevresinden,
“Aradım, beni destekleyecek!” sözlerini duymamın dumanı üstündeyken, Atatürk’ü 58 gün tartıştıran bir Milletvekiline kayıtsız şartsız destek verdiği gibi, bu satırların yazarına karşı ince ama şık olmayan bir diplomatik gazetecilik yapmıştı.
Güldüm. Ciddiye alsaydım, yazacaklarım vardı.
Sanırım yalnızca gülmedim, yakıştıramamaktan kaynaklanan seyretme haline büründüm.
Neyse…
Soner Yalçın’la ilgili uzun girizgah, bazen vicdanın tam ortasından yazdığı bir yazı ile ilgili.
27 Aralık 2017 tarihinde
Sözcü’de,
“Solu bozdular” başlıklı bir yazısı var.
Tek kelime ile muhteşem.
Yıllarca söylediğim için epey düşman biriktirdiğim,
“Solu bozdular” kelimesi ancak bu kadar berrak ve anlaşılır yazılabilir.
Sol, bu toprakların en önemli vicdan damarlarından birisi.
Hatta toplardamardır.
Kalbe kan pompalayan vücudumuzun toplardamarıdır.
Kalbimizi durdurmayın!
ABD’ye,
“Siz emperyalistsiniz”…
Ve biz Türkler,
“Emperyalistleri kaçtıkları yere kadar kovalarız”
Emperyalistlere,
“Geldiğiniz gibi gidersiniz” derken…
Ne sağımıza, ne solumuza, ne iktidarın yanlışlıklarına bakarız…
Atatürk, “Ya istiklal, ya ölüm!” derken, sağına soluna mı bakmıştı?