Gerçeğin kanadı objektif ve sübjektif diye kırılınca…
İktidar partisi oy kaybediyor ama sanıldığı kadar yüksek değil.
Akşener’in partisi zemin buluyor ama sanıldığı kadar fazla değil.
MHP eriyor ama sanıldığı kadar çok değil.
HDP, barajın altı ama sanıldığı kadar bitik değil.
Ve CHP, Ankara-İstanbul yürüyüşüyle topladığı kredileri hovardaca harcadığı için yine patinajda.
Peki, tüm bunların tam tersi gibi görünmesi neden?
Propaganda ya da antipropaganda…
Kamuoyunun kolektif akılla yaptığı değerlendirmelerin çoğu doğru çıkar.
Bizi yanıltan, kişisel taleplerimizi gerçekle karıştırmamız.
Gerçeğin kanadını objektif ve sübjektif diye kırdıkları günden bu yana sırtı yerden kalkmıyor.
Gerçek, işine gelmeyenler tarafından sulandırılsa da, dibine çöktüğünde görünür olur.
İktidar partisinin, içine giren FETO virüsü, makam ve para düşkünü yöneticiler, marka değerini bir miktar yıprattı.
Oy alabilecekleri alanlardaki insanları kazanabilecek potansiyelleri olmasına rağmen buna yönelik bir siyaset dahi ür(e)tmediler.
Parti içinde ispiyon, kuyu kazma gibi daha önce tanışmadıkları virüsle onlar da tanıştı.
Küçük bir azınlığın anlayamadığı, sevmediği Atatürk’e…
Türkiye’nin yarısının oyunu alan bir parti olarak ya mesafeli oldular, ya da görmezden gelindi…
Vefayı bir kenara bıraksak bile…
Bu, kendileri açısından da, siyaset sosyolojisi açısından da, büyük bir hata oldu.
Atatürk, eserleriyle kendini yeterince savunuyor zaten…
Meselenin siyaset yapma pratiği açısından bakıyorum…
Günceli bırakıp, meselenin özünün özüne inelim mi beraberce…
Bilinir ama pek yazılmaz…
Türk siyasetinin aktığı iki ana damar vardır…
Çoğu zaman anlaşılmayan, hatta anlayanların da bazen istismar ettiği Atatürk…
Diğeri de yeryüzünün son ve tek bozulmamış dini İslam’ın siyaset içinde mevzi aracı yapılması.
Kaçak inşaat yapanın ilk astığı resim de Atatürk’ün…
Bazı muhafazakarların alkışına talip olmak isteyenlerin ilk ateş ettiği yer de Atatürk…
Ortada hazır, zahmetsiz bir sofra var.
Oturan tıka basa karnını doyuruyor.
Türk siyasetinin sırtı, bu etik dışı ezberini bozmadığı sürece yerden kalkar mı sizce?
Sanmıyorum…
Devletin kurucusunu, kurucu ruhu anlamadan devleti yönetme refleksine soyunanların, FETÖ ve benzeri deneyimlerle yüzleşmesi kaçınılmazdı.
Gelelim yeniden iktidar partisine…
Belediye, teşkilat benzeri görevden almaların bu geriye gidişi durdurmaya yönelik olduğu anlaşılıyor.
Paradigmalarını gerektiğinde resetlemeyen, güncellemeyen hareketlerin aynı sıkıntıları yeniden yaşaması fizik kuralı gibidir.
Tüm handikaplarına rağmen en azından bu yazının yazıldığı an itibari ile iktidar partisinin karşısında henüz dişli bir rakip yok.
Bir iktidar 16 yıldır yeniden kazanıyor, yeniden kazanma ihtimali halen masadaki en diri seçenek olarak duruyorsa, bu muhalefetin ağır patinajının belgesidir.
Son sözüm CHP’ye;
Türkiye’nin tamamının kurucu iradesi olduğunu her fırsatta söyleyen bir partinin, halen 4 kişiden birisinin oyunu alıyor olması…
CHP’nin Atatürk ile kurduğu illiyet bağı ile ilgili bize bir fikir vermiyor mu?