Depremde Milletin Maneviyatını Güçlendiren Dini Hassasiyetlere Yönelik Sözler
Tarifi imkânsız derin acılarla dolu Kahramanmaraş merkezli deprem sonrası dönemde, İslâmî değerlere, Müslümanlara ve Diyanet İşleri Başkanlığına kin ve nefretleri olanların akıl almaz kirli sözlerine, sataşma ve saldırılarına şahit olduk.
Bunlardan bazıları şunlardır:
Halk TV’nin bir muhabiri canlı yayında, “Diyanet görevlilerini görmedim. Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB)’nın 140.000’den fazla personeli var. DİB’nın bir tek ekibi olmaz mı, hiç eğitim verilmedi mi? Afet zamanlarında neler yapılır eğitimi vermek zorundayız” dedi.
Halk TV’nin bu yayını sebebiyle yetkililer tarafından yapılan açıklamalarda, depremin ilk gününden itibaren bölgeye çok sayıda din adamının gönderildiği ifade edildi.
Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce, Halk TV muhabirinin tam aksine şu açıklamaları yaptı: “Bölgeye diyanet personeli gönderiliyormuş. Bu kadar olamaz ya. Ne diyanet personeli ya, psikolog göndereceksin bölgeye, imam mı halledecek psikolojiyi” dedi.
Muharrem İnce Fatih Altaylı’nın “Teke Tek” programında da şu açıklamaları yaptı: “Deprem bölgelerine imam gönderiyorlar. 2023 yılındayız. Beyaz zambaklar ülkesi olacakken Orta Doğu’nun çukuruna düşmeyelim. Bu zihniyeti yok etmek lazım”.
Burada meselenin iki veçhesi mevcuttur.
Birincisi, deprem bölgesinde vefat edenlerin defnedilmesi durumu söz konusudur. Dînî inancımız gereği, vefat edenlerin yıkanmaları ve cenaze namazlarının kıldırılması konularında din adamlarına ihtiyaç vardır. Şayet İnce bunu bilmiyorsa, onun, toplumdaki bu değerlere bu kadar yabancı kalması çok tuhaf bir şeydir. Ama o, bu durumu bile bile din adamlarına yönelik bu çok sert ve dışlayıcı, aşağılayıcı açıklamayı yapıyorsa, miladı dolmuş otoriter militan dışlayıcı, din hürriyetini inkârcı laiklik temelli zihniyeti temsilen hükümetle birlikte halkın dinî değerlerine saldırmış oluyor. Burada, hem din adamlarına yönelik tezyif, hem de defin işlemlerinin dini usullere göre yapılması ihtiyacının inkârı söz konusudur.
İkincisi, esasen Batı’da da, askerlik hizmeti yapanların, cezaevinde bulunanların, hastalık ve musibetlere maruz kalan kişilerin manevi yönden ruhî rahatlamalarının sağlanması maksadıyla din adamları telkinlerde bulunurlar. Bazı kişiler ruhî yönden rahatlamak için psikologlara giderler, bazıları da dinî telkinler yoluyla rahatlarlar. Dinî telkinlerin insanların ruhunu rahatlatması konusunda bir İslam Âliminin belirlemeleri şu şekildedir: “Hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imândadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur”; “Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme, onlara temellûk edip (köleleşip) boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir, her şeyin anahtarı O’nun (Allah) yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir, her şey O’nun emriyle halledilir. O’nu bulan her matlubunu bulur, hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtulur”. Erkan-ı İmaniyeyi ve dini inanç değerlerini hayatının merkezine koymayanlar bu hakikati kesinlikle kavrayamazlar.
Devletimiz, İnce’nin psikolog gönderin talebi ile uyumlu işler de yapmıştır. Deprem bölgesinde 7.000’ne yakın psikososyal destek personelinin olduğu, 1.400-1.500’e yakın araçla depremzedelere psikososyal destek hizmetlerinin sağlandığı açıklandı.
İnce, dînî telkinlerin ruhî rahatlamayı sağlamayacağına inanmakta olacak ki, bazı insanlarımızın bu yöndeki taleplerini, “Orta Doğu’nun çukuruna düşmek” olarak nitelemiştir. Dînî telkinlerin ruhî rahatlamayı sağlaması, İnce’nin ihtisas alanına girmez; “Elhamdülillah Müslümanız” demesi, onun açıklamalarının dine yönelik saldırganlık ve tezyifini kaldırmaz.
Otoriter militan laikist İnce, “sala” ile alakalı da şu kirli sözleri söylemiştir: “Enkazın altında insanlar inim inim inlerken sala okuttunuz ya, ne utanmaz adamsınız ya, sala nedir sala, insanlar ölünce verilir ölünce. Birileri çıkıp da bunları eleştirmedi ya. Bana bakın, bizim abdestimizden şüphemiz yok. Elhamdülillah Müslümanız. İnsanlar enkazın altında iken sala verdiriyorsunuz. Sağlık bakanlığı psikiyatr gönder, psikolog gönder”.
İnce’nin sala ile alakalı bilgileri de eksik ve hatalı. Sala, sadece vefat eden kişiler için okunmaz; Cuma günleri öğle ezanından, Cuma gecesi yatsı ve sabah ezanlarından ve Bayram namazlarından önce de sala okunabilmektedir. Sala, aslında Peygamber Efendimize (SAV) salavat getirmektir. Peygamber Efendimizin (SAV) mübarek ruhuna salat ve selam okumak (sala) Peygamberimize olan sevgi ve bağlılığın bir ifadesidir. Peygamberimizin bir hadisi şu şekildedir: “Kıyamet gününde insanların bana en yakın olanları, bana en çok salât-ü selam getirenleridir” (Tirmizi). Dolayısıyla, salaya karşı bu kadar katı bir tepki vermek, deprem ortamında dindar vatandaşlarımızın maneviyatına yönelik çok yaralayıcı kirli bir saldırıdır.
Ünlü oyuncu olduğu rivayet edilen Farah Zeynep Abdullah, twitter hesabından yaptığı bir paylaşımda, dînî inancı yaralayıcı şu kirli ifadelere yer vermiştir: “DEVLET ve ALLAH kelimelerini aynı cümlede, aynı paragrafta, aynı yerde görmek asla istemiyorum artık yeter”.
Celal Şengör “coğrafya dersini kaldırıp din dersi koyarsanız netice bu (deprem) olur” diyerek, toplumun inancına yönelik ayrıştırıcı ve dışlayıcı bir açıklama yapmıştır.
Gazeteci Murat Yetkin: “kimler yok biliyor musunuz deprem bölgelerinde, madenciler var, gittiler gönüllü olarak gittiler, bütün sivil toplum örgütleri var, öğrenci dernekleri var, herkes var. Ne oluyor, hafızlık kursunu bitirdiği zaman ordu gibi resmigeçit yapan entarili, sarıklılar, nerede onlar, bir işin ucundan tutamazlar mı, soruyorum nerede onlar”.
Yetkin’in, “depremde sarıklı hafızlar nerede” sorusunu sorduğu esnada, onlar, deprem bölgesindeki depremzedelere sıcak çorba, ekmek dağıtmanın derdindelerdi; defin ve çadır dağıtım işlerini yapıyorlardı. Yetkin, muhtemelen hafızları kendisi gibi zannetmiş olmalı ??.
Nitekim Yetkin’in bu sözlerine karşı hafızlardan birinin açıklaması şu şekildedir: “Kırıkhan devlet hastanesine şu anda bin kişilik yemek getirdik, bizler (hafızlar) ilk günlerden beri sahadayız, bazı kişiler ekranda istedikleri gibi konuşuyorlar, ama sahada olduğumuz için ve buralarda telefonlar, internet çekmediği için, bizim bunlardan haberimiz yok, sahada olmayanların bunlardan haberi olamaz zaten, sahada olsalardı bizleri görebilirlerdi”.
Hafızlara ve din adamlarına yönelik tezyif edici açıklamalar yapanlar, devletle milletin el ele vererek depremin yaralarını sarmaya çalıştıkları bir zeminde, Hıristiyan misyonerlerin, depremzedelerin içinde bulundukları zor durumu fırsata çevirerek Hıristiyanlık propagandası ve telkinleri yapan broşürler dağıtmaları, çocuklara ve yaşlılara yönelik kutsamalarda bulunmaları konusunda hiçbir kelam etmiyorlar. Bu da bir diğer tuhaflıktır.
Enkaz altında hayatta kalanların kurtarıldığı anlarda, bazı kurtarma ekiplerinde yer alanların tekbirler getirmelerini, Cumhuriyet Gazetesi, “gösteri” olarak nitelerken, laikist ilahiyatçı Nazif Ay, “Allahu Ekber” demenin laikliği ihmal etmek olduğunu söyledi.
Kurtarma ekiplerinde yer alan bazı kişilerin, enkaz altındakileri sağ salim kurtardıkları sırada “Allahu Ekber” diyerek sevinç gözyaşları dökmelerinden rahatsız olan Tele1’in Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, “Kurtarma çalışmaları sırasında ‘Allahu Ekber’ diye slogan atmak nasıl bir zihniyettir? Bir ibadet ifadesini, bir ayeti şeriatçı eylemlerde slogan haline getirenler, bu zihniyeti kurtarma işine de taşıdılar. Pes artık. Herkes kendi sloganını mı atsın? Böyle kamu yönetimi olur mu?” dedi.
Deprem Bilimci Prof. Dr. Ahmet Ercan da, “tekbir getirmek çok aykırıydı, kurtulanlara ‘kader’ diye avundurmaya kalkmak hiç yakışmadı. Deprem takdiri ilahi değil, takdiri siyasettir” şeklinde açıklamalar yaptı.
Her şeyin fani, her şeyin zayıf olduğunu, her şeye hükmeden nihayetsiz güç ve kudret sahibi, Hay ve Kayyum olanın mülkün asıl sahibi olan Allah olduğunu bilmeyenler, anlamayanlar, bu hakikate inanmayanlar, “Tekbir”in ne olduğunu ve mana ve ehemmiyetini idrak edemezler. “Allahu Ekber” diye haykırmak, aslında, yüce kudret sahibi yaradana karşı “şükür ve tâzim”dir. Bu nidadan rahatsız olanlar, kusura bakmasınlar, tam da tekbir getirecek bir ortamda, rahatsız oluyorlarsa kulaklarını kayalarla, moloz taşları ile tıkasınlar, kimsenin en zor zamanlarında yaradanına sığınmalarını tahkir ve tezyif etmesinler. Bunun adı, inanca saygısızlık, inancın inkârıdır. Topluma yabancılıktır. Bunun siyasî karşılığı çöplüktür.
Yardım kuruluşlarının çok önemli bir bölümünün belli kesimlerce “irticacı, dinci” olarak etiketlenmeleri de diğer bazı kirli işlerdir. Olması gereken, bu kirli tahkirci kesimlerin depremzedelere yardım yapmak istiyorlarsa yapmaları, yapmak istemiyorlarsa da hiç olmazsa yardım yapanları tahkir ve tezyif etmemeleridir. Hamiyetli insanlara çamur atmasınlar yeter.
Nihaî Değerlendirme
Kahramanmaraş merkezli deprem sonrasında ülkemizde, bireysel olarak kurtarma ve yardım gönüllüleri, kurumsal olarak AFAD, UMKE, Emniyet, Jandarma, TSK, belediyeler ve sivil toplum kuruluşları (dernekler, vakıflar) gibi resmî ve sivil kuruluşlar ilk günden itibaren arama ve kurtarma konusunda çok ciddi gayretler gösterdiler.
Kısa süre içinde deprem bölgesindeki her türlü ihtiyaçların anında karşılanabildiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Bunun çeşitli sebeplerinin olduğu söylenebilir.
Birincisi, depremin yıkıcı etki alanının çok geniş olması. Depremin aynı anda 11 ilde yaşanması kurtarma birimlerinin işlerini zorlaştırdı. Geniş bir sahada etkili olan deprem için alınan önlemlerin ilk anlarda yetersiz kalması işin tabiatı gereğidir. Depremin çok geniş bir alana yayıldığını belirten Hatay BB Başkanı Lütfi Savaş’a göre, “Meseleyi iyi tartmak lazım, 10 ilde birden olmuş… Hepsine bütün dünyadaki AKUT’çuları getirseniz anca yetişirler”.
İkincisi birbirine derhal yardım etmekle yükümlü komşu illerde de deprem olduğu için, komşu iller arası yardımlaşma imkânı ortadan kalktı.
Üçüncüsü, Hatay gibi depremin en yıkıcı etkilerinin olduğu bazı illere kara ve hava yollarıyla ulaşım imkânlarının aşırı derecede zorlaşması beraberinde kurtarma hizmetlerinde aksama ve gecikmelere sebep oldu. Ağır hava şartları, bu zorlukları bir kat daha artırdı.
Bütün bu olumsuz şartlar, ilk müdahalenin istenildiği kadar hızlı yapılamamasına sebep oldu. Ancak kısa süre içinde sorumlu birimler üzerine düşenleri yapmaya başladılar.
Deprem sonrasında, insanlar ve kurumlar, iki tür odaklanma gerçekleştirdiler.
Birincisi, bütün motivasyonlarını depremin yaralarının sarılmasına yoğunlaştıranlar. Buna hamiyet-i diniye ve hamiyet-i millîyenin cem etmesi de denebilir.
İkincisi, bütün motivasyonlarını, depremin devasa geniş bir alana yayılmış olmasının ve diğer bazı olumsuz şartların neticesi olarak ortaya çıkan bazı aksamalara, bu aksamaları tamamlayıcı mahiyetteki dezenformasyonlar yoluyla devleti, hükümeti, kurtarma faaliyetlerini yürüten kurumları, gönüllü fedakâr kişileri ve STK’ları yıpratmaya yoğunlaştıranlar.
Milletimizin deprem karşısındaki umumi tutumunun belirlenmesinde ve tartımında, bu iki kesimin millet içindeki etkinlik ve belirleyicilikleri esas alınacaktır.
Birinci kesimde yer alanlar, motive oldukları neticeye ulaşmak için, dünyada emsaline rastlanması mümkün olmayan çaba ve gayretler sergilediler.
Enkaz altından çıkarılacak yakınlarını bekleyenlerin ortaya koydukları sabır, tevekkül ve metanetleri; kendilerine uzatılan yardımları “iyilik yap ki iyilik bulasın” düsturunu esas alarak “ben aldım diğerlerine ver; onlara da kısmet olsun”, “ekmeğe ihtiyacımız yoktur, bana verdiklerin yeter” diyenlerin “tok gözlülükleri”; canları pahasına, hiçbir maddi menfaat gözetmeksizin sırf rıza-yı ilahi için yardıma koşanların fedakârlıkları; başına bir felaket geldiğinde anında herhangi bir davet vaki olmaksızın organize olan milletimizin feraseti, hamiyeti, her zorluğun üstesinden gelmemizi sağlayan en değerli manevî toplumsal sermayemizdir. Bütün bu ulvî hasletler, iyilik yolunda yer alanların hanesinde yer almaktadır.
Her ne kadar deprem öncesinde cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimleri bağlamında ülkemizde siyasî tartışmaların merkezinde katı kutuplaşmalar söz konuş olmuşsa da, depremle birlikte, toplumumuzdaki birlik duygusu ve millet olma bilincinin hiç kaybolmadığı bariz bir şekilde ortaya çıktı. Genellikle bazı sosyologlar, Türkiye’de, coğrafî fay hatları yanında siyasî topografyada da çatlaklar mevcut olduğunu belirtseler de, her türlü farklılıklar ve aynı coğrafyada birlikte olmanın getirdiği duygusal şartların ötesine geçilerek, insanlarımız, aralarındaki siyasî görüş, dinî inanç veya hayat tarzı farklılıklarını bir kenara bırakarak depremin yaralarını sarmak için güçlü bir şekilde birlikte hareket etme dirayetini gösterdiler.
Depremzedeler, kurtarma faaliyetlerine katılan STK’lar ve gönüllü kişilerle depremin yaralarının sarılmasına odaklanan kurumlar, devlet-millet bütünleşmesini ortaya çıkardılar. Milletimizin emsalsiz dayanışma, bütünleşme, depremin yaralarının sarılması konusunda sergilediği fedakârane dayanışma, milletimizin emsalsiz meziyetlerini gün yüzüne çıkarmıştır.
Kirli yolun yolcularının da, milletimizin üstün meziyetlerini yaralamak üzere yoğun çabalara giriştiklerine şahit olundu. Çoğu sosyal medyada belli ifsat merkezleri tarafından yayılan ve doğruluğu teyit edilmeyen paylaşımların bir kısmının bilinçsizce, bir kısmının da bilerek ve istenerek yayılması, toplumsal infial oluşmasına sebep oldu.
Bazı kirli yolun yolcuları, çarpıtma ve asılsız açıklamalarla depremin sebep olduğu travmatik sonuçları kirli siyasî ya da ideolojik hesaplarına alet etmek çabası içinde oldular. Bu kişiler, çok sayıda manipülasyon ve dezenformasyonlarla, hem devlet kurumlarının hem de sivil toplumun fedakârca çabalarını lekelemeye çalıştılar. Deprem sonrasında ortaya çıkan az sayıda yağmacının yağma faaliyetleri, bu kesimlerce abartılarak, bütün başarılı çabaların önüne geçirildi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu “bize yapılan ihbarların %99’u boş çıktı ama biz gitmekle mükellefiz” diyerek, yağmalarla alakalı abartıyı çarpıcı şekilde ortaya koydu.
Ayrıca, aslında Türkiye’nin diğer illerindeki hırsızların büyük ekseriyetinin deprem bölgesine gelmiş olmasına rağmen, bazı Suriyeli yağmacılar öne çıkarılarak, bir Türk-Suriyeli çatışması ve kinleşmesinin fitilinin ateşlenmek istendiği görülmüştür.
Depremle ortaya çıkan kaotik ortamı kendi hesaplarına kullanmaya çalışan kirli çevrelerin temel hedeflerinin başında toplumda ortaya çıkan güçlü dayanışma gelmektedir.
İkinci hedef, devletle milletin en zor zamanlarda kaynaşması ve bütünleşmesidir.
Üçüncü hedef, kirli haber ve bilgilerle, depremin sebep olduğu duygusal hasarları suiistimal ederek, devlete ve siyasi iktidara karşı güvenin yıkılmasıdır.
Dördüncü hedef, sosyal ve görsel medyada yayılan dezenformasyon ve manipülasyonlarla, organize bir şekilde toplumun derin ve taze olan yaralarını eşeleyerek, depremden etkilenen insanların psikolojilerini kendi lehlerine siyasî ranta çevirmektir.
Beşinci hedef, toplumun manevi mayasını teşkil eden inanç değerlerine saldırmaktır. Bazı kirli yolun yolcuları, depremzedelerin enkaz altından çıkarılırken “Allahu Ekber” diyenlere, okunan salalara, deprem veya can kayıplarıyla ilgili “kader” ifadesini kullananlara, dua ve tevekkülle yüce yaradana sığınan herkese yönelik saldırgan bir dil kullanarak, milletimizin kahir ekseriyetini teşkil edenlerin vicdanlarını yaralamışlardır. Toplumun büyük bölümünün bu tür felaketlerden sonra hayata tutunmak ve geleceğe umutla bakmak için ihtiyaç duydukları inanç değerlerine sarılmaları, bu kesimleri ciddi manada rahatsız etmiştir.
Her ne kadar kirli yolun yolcularının sayıları, iyilik yolunun güzel insanlarının sayılarının yanında anlam ifade etmeyecek kadar az ise de, kötülüklerini organize ve gürültülü bir şekilde gerçekleştirerek meydana getirdikleri etki ve algılar yoluyla, hem depremzedelerin hem de geniş toplumsal kesimlerin acılarını artırmaları, yaraları sarmaya çalışanları kötülemeleri, devlet kurumlarını yıpratma çabaları içinde olmaları ve sahada alın teri döken yüz binlerce insanı görmezden gelmeleri ya da hakir görmeleri oldukça hazin bir manzaradır.
Deprem döneminde ortaya çıkan ve burada bahsi edilen az sayıdaki kirli örneklerden hareketle, toplumda külliyetli bir yozlaşma ve manevi bozulmanın varlığından söz etmek, günlerdir tek yürek hâlinde hareket eden insanlara büyük haksızlıklar oluşturacaktır.
Her ne kadar kirli yolun yolcuları, bilinçli tahkirlerle, tezyiflerle, haberlerle, iftiralarla, dezenformasyonlarla, nefret ve kinlerinin enkazları içinde debelenseler de, depremin bütün yıkıcılığına karşı, toplumuzun büyük ekseriyetinde, kardeşlik erdeminin, dayanışma ruhunun, “insanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır” (Buhari, Magazi, 35) hakikatinin tahakkuk edeceğine gönülden inananlardanım. Her ne kadar bazıları kirletmek, lekelemek isteseler de, kardeşlik/uhuvvet temelli kenetlenme kesinlikle leke tutmaz; sadece lekelemek isteyenlerin kendileri tepelerinden tırnaklarına kadar “KİR DENİZ”inde banyolarını yapmış olurlar.
Sahada çalışan binlerce fedakâr insanlarımızın emeklerini ve alın terlerini tüm dünya gözlemledi. Bu süreçte, günde sadece birkaç saat uykuyla bölgedeki milyonlarca depremzede insanlarımızın ihtiyaçlarını karşılayan, güvenliğini sağlayan, kurtarma ve sağlık hizmetlerini yerine getiren, ihtiyaçlarını gideren insanlarımız, kendi acılarını unutup depremzedelerin yaralarını saran gönüllü erenlerimiz, depremde çok sayıda yakınını kaybettiği ve kendisi enkaz altından çıkarıldığı halde, sağlığına kavuşur kavuşmaz depremzedelere aş dağıtan depremzedelerimiz, asker-millet kaynaşması kapsamında, ayağı yalın olan depremzede vatandaşımıza kendi botunu veren askerlerimiz, tüm milletimizin gönlündeki ulvi yerlerini aldılar. Tüm bu ve buna benzer binlerce güzel misalleri görünce “ne güzel insanlarımız var” diyoruz. Diriliş Ertuğrul’un baş aktörü Engin Altan Düzyatan’ın ifadesiyle, “Türk milleti, dünyada karşılığını/benzerini görebileceğiniz bir millet değildir”. Dolayısıyla, Türk milletinin dünya milletler ailesi içinde yardımlaşma ve dayanışma vasfının bir emsali yoktur.
Bazı kirli yolun yolcuları tarafından gerçekleştirilen istisnalar, toplumumuzun kahir ekseriyetinde maksimum düzeyde mevcut olan dayanışma ve birlik ruhuna nakise getirmez.
Her ne kadar kirli yolda yürüyen bazı organize siyasî ve sosyal yağmacılar, toplumun motivasyonunu düşürmek için var güçleriyle çalışsalar da, bu olumsuzluklara takılmaksızın, tüm maddi ve manevi potansiyellerimizi kullanarak Türkiye’nin geleceğinin inşa edilmesine yoğunlaşılması gerekir. Milletimizin toplumsal gücü, maddî ve manevî potansiyeli bu ağır durumun altından kalkmaya yetecek kadar büyüktür.
Toplumun manevi dinamiklerine saldırarak ortaya konulan kirli işlerin toplumda bir siyasî karşılığının olduğu kanaatinde de değilim. Özellikle iyilik yolunun yolcuları, en zor ve acılı zamanlarında oynanan çirkin ve saldırgan oyunları, bu yolla kendilerine verilen manevi zarar ve acıları gayet açık bir şekilde görmektedirler. Yani aslında kirli yolun yolcuları, hırslarının esiri olarak, her ne kadar iyilik yolunun yolcularını hedef alsalar da, netice itibariyle kendi ayaklarına kurşun sıkmış olmaktadırlar.
Yazımızı, İtalya yardım ekibinden Nicola Ciannelli ile Japon Kyodo News muhabiri Hiromi Yasui’nin, milletimize hayranlıklarını belirten sözleri ile tamamlamak istiyorum:
Ciannelli: “Kimsesizlik ve ölümle karşılaştık, ama aynı zamanda da yaralı ancak parçalanmamış bir halkın gururuyla karşılaştık. Her şeyini kaybetmiş insanlar bize kamp kuracak yer bulmamızda yardımcı oldular. İnsanlar çok az olan yiyeceklerini bile bizimle paylaşmaya hazırdı”.
Yasui: “Ülkede depremle ortaya çıkan sorunlar 10-11 şehri etkiledi. Desteklerin nasıl dağıtılacağı önemli bir sorun olmakla birlikte, insanlar çok işbirliği yapıyorlar. Türk halkında dayanışma çok güzel. Bir Japon doktor arkadaşım, 2000 Türk doktorun yardım için gönüllü olduğunu söyledi. Biz buna pek sahip değiliz. Türk insanının bu noktasını takip etmeliyiz”.