6+1 Formülünün Mahiyeti
6+1 formülü ile şu an itibariyle kastedilen, 2023 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Millet İttifakının HDP tarafından tamamlanması değildir. Bununla, şu anda Millet İttifakı bünyesinde yer alan altı partinin şayet kendilerinden birinin Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde, kararların alınması sürecine ilişkin belirledikleri bir usul kastedilmektedir.
Peki, burada sözü edilen kararların alınması sürecine HDP de iştirak edebilir mi; yani, HDP ile birlikte 7+1 formülü söz konusu olabilir mi?
Bu soruya şimdiden çok net bir şekilde evet ya da hayır diyebilmek mümkün değildir.
Ama seçim sürecinde yaşanacaklara bağlı olarak HDP’nin, mutlak olarak Millet İttifakı (şayet seçilirse) iktidarının tamamen haricinde kalacağı peşin olarak söylenemez.
Şayet Cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci tura kalacak olursa ve ikinci turda da HDP’nin oylarının alınması ihtiyacı hâsıl olursa (olacak gibi görünüyor), Millet İttifakı HDP ile pazarlığa girişebilir. Hatta Millet İttifakı, adayını seçtirebilmek için Cumhurbaşkanlığı seçimi özelinde kendisini HDP ile ittifak yapmaya mecbur hissedebilir.
Hatta her ne kadar, HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, “HDP kendi adayıyla seçime girecek” şeklinde açıklama yapsa da, HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oruç’un, “bizle mücadele edilirse elbette ki ortak bir adayda buluşmak isteriz” şeklinde yaptığı açıklama sebebiyle, Millet İttifakı ile HDP arasında Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ilk turda da ittifak yapılabilir. HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın “6’lı Masa doğrudan diyaloğa geçerse buna hayır demeyiz” şeklindeki açıklaması bu belirlememizi doğrular mahiyettedir.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini HDP tarafından da desteklenen Millet İttifakı adayının kazanması halinde, son iki durumda, HDP’nin de içinde yer aldığı bir yönetim içerisinde 7+1 formülünün işletilmesi ihtimalinden söz edilebilir.
Millet İttifakının 6+1 Formülünün İşleyişi
Millet İttifakına dâhil partilerin (altılı masa) 5 Ocak 2023 günü yaptıkları onuncu toplantıda üzerinde uzlaştıkları bir konu da, “altılı imza” ya da “6+1 kuralı”dır.
Bu mutabakata göre, Millet İttifakında yer alan partilerin genel başkanları, ya cumhurbaşkanı yardımcısı olarak kabinede yerlerini alarak ya da kabinede yer almasalar da atadıkları cumhurbaşkanı yardımcıları vasıtasıyla kararnameleri imzalarlar.
Burada parlamenter sistemlerde söz konusu olan “karşı imza” kuralı şeklinde de ifade edilen ve atamalarda ilgili bakan, başbakan ve Cumhurbaşkanının imzalarını taşıyan “üçlü kararname”lere benzer bir durumun varlığından söz edilebilir.
Ama burada sadece atamalar değil, atamalar haricinde kalan bazı kararların alınması da bu kapsama dâhil edilmektedir.
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’a göre, bu durum hemen her karar için değil, çok önemli kararlar için söz konusu olacaktır. Esasen günlük pek çok konuda Cumhurbaşkanı kendi yetkisini rahatça kullanabilecektir. Mesela, OHAL ilanı konusu bu kapsamda değerlendirilebilir.
6+1 Formülüne Yönelik Tepkiler
Kamuoyunda bu formül hakkında çok farklı tepkiler geldi.
AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu yönetim usulü için “siyasî vesayet” nitelemesi yaptı.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeliye göre, “Serok Ahmet’in ‘cumhurbaşkanı içeriden veya dışarıdan olsun, genel başkanlar imza yetkisine sahip olacaktır’ itirafı 6’lı masanın perişanlığını belgelemiştir”.
Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ’a göre, altı lider, Türkiye’yi yönetecek bir Cumhurbaşkanı adayı değil, altı lideri idare edecek bir “özel kalem müdürü” arıyorlar.
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’na göre, 6+1 formülü ile bir yönetim değil, yönetişim sistemi kurulacaktır; kişilere değil ilkelere bağlı bir yönetişim sisteminin kurulması amaçlanmaktadır.
Ali Babacan’a göre, kurmak istedikleri sistem, tek adam rejimi değildir, bu sistemde tek kişi her istediği kararı alamayacak, kararlar istişare ile alınacaktır.
Gelecek Parti Sözcüsü Serkan Özcan’a göre, yeni bir Erdoğan seçilmiyor, bu sebeple de, getirilmek istenen sistemde, ortak akıl, istişare ve uzlaşma esas alınacaktır.
Altılı masada yer alan diğer partilerin yöneticilerinin de benzer fikirlere sahip oldukları söylenebilir.
6+1 Formülünün İşlerliği
Burada, 6+1 formülünün anayasaya uygunluğu meselesi ayrı bir yazı konusu olduğu için değerlendirme konusu yapılmayacak, bu formülün işlevselliği değerlendirilecektir.
Bu formülün uygulanmasında çok sayıda açmaz ve sistemi aksatıcı yönler mevcuttur.
(1) Bu uygulamayla, başkanlık sistemi içinde koalisyoncu bir yapı inşa edilmek istenmektedir. İçinde birbirinden çok farklı partilerin olduğu koalisyoncu yapıdan uzlaşı içinde işler bir yönetim anlayışının ortaya çıkması oldukça zor görülmektedir. Gazeteci İsmail Saymaz, bu durumu “Yedi Kocalı Hürmüz hükümeti” şeklinde nitelendirmiştir.
(2) Bu formüle göre, Cumhurbaşkanı bazı konularda masaya dâhil 6 partinin genel başkanının imzası olmadan karar alamayacaktır. Bu sistemde, ülkeyi yönetirken, en az %50+ 1 oy alan Cumhurbaşkanı %1 oy alan bir parti liderinin atacağı imzaya mahkûm edilmektedir. Bunun demokratik temsil ile bağdaşırlığı mevcut değildir. Bu, dünyada emsali mevcut olmayan “çok-başkanlı”, bir diğer ifadeyle “eş-başkanlı” ucube bir sistemdir.
Bunun neticesi, geçerli oyların %50+1’nin oylarını alarak halkı doğrudan temsil etme yetkisine sahip Cumhurbaşkanı üzerinde altı liderin “siyasi vesayeti”nin ortaya çıkmasıdır.
(3) Burada, hemen her kararın alınmasında değil, bazı önemli konulara ilişkin kararların alınmasında altı lider ile Cumhurbaşkanının uzlaşması şartı öngörülmektedir. Bu uygulama da bazı tehlikeli riskleri içinde barındırmaktadır.
Birincisi, hangi konuların önemli olduğunun belirlenmesi ihtilaf konusu olabilir. Bu ihtimal kapsamında, bir konuda karar alınırken sürekli altı liderin müdahale edip etmeyeceği konusunda yaşanacak belirsizlikler Cumhurbaşkanında tedirginliklere sebep olabilir. Bu durumda da Cumhurbaşkanı ile altı lider arasında sürekli gerilim ve belirsizlikler yaşanabilir.
İkincisi, önemli olduğu konusunda üzerinde mutabakat sağlanan bir konu ile alakalı alınacak kararın muhtevasına ilişkin altlı liderin kendileri arasında ve Cumhurbaşkanı ile altı lider arasında ihtilaflar yaşanabilir. Bu ihtilaflar kararların zamanında alınmasına mani olabileceği gibi, bazı kereler de alınması gerekli kararlar hiç alınmayabilecektir.
Bir misal vermek gerekirse, İstanbul Sözleşmesinin tekrardan onaylanarak yürürlüğe girmesi konusu önemli midir? Bu sorunun cevabı, Saadet Partisine göre “evet” olabilir. Bu durumda, Saadet Partisinin, İstanbul Sözleşmesinin onaylanmaması yönünde irade ortaya koyması halinde, durum ne olur? Cumhurbaşkanı, bu konuda altı liderin imzasını lüzumlu görmediği takdirde, Saadet Partisi ne yapar? Saadet Partisinin istediği şekilde bu konunun önemli olduğu kabul edilir de, Saadet Partisi bu konuda olumsuz tavır sergilerse, CHP ve diğer partilerin tepkisi ne olur? Bütün bunlar derin ihtilaflara ve çatışmalara sebep olabilir.
Üçüncüsü, masada yer alan liderlerin sayısının HDP’nin de muhtemel katılımı neticesinde yedili yapıya dönüşmesi halinde, temel sorunların çözülmesi meselesi çok daha çetrefilleşebilir. Mesela PKK güdümündeki HDP’nin PKK ile mücadelede isteksiz kalması halinde, PKK ile mücadele konusunda kararların alınması nerede ise imkânsızlaşır. Bunun neticesi, Cumhurbaşkanının HDP’nin güdümünde bir icraata yönelmesidir.
Bu şartlarda, Cumhurbaşkanı HDP’yi devre dışı bırakarak politikalar uygulamaya başlayabilir. Bu durumda, HDP ittifaktan uzaklaşabilir. Bunun neticesi, Cumhurbaşkanının Meclisteki çoğunluğun desteğini kaybetmesidir (bölünmüş hükümet). Bu şartlarda Cumhurbaşkanının istediği kanunların çıkması ihtimali ortadan kalkar. Oysa bütün hükümet sistemlerinde yürütmenin (başkanlık sisteminde Cumhurbaşkanı/Başkan) en büyük ihtiyaç duyduğu husus, istedikleri kanunların çıkarılmasıdır. Cumhurbaşkanlarının istedikleri kanunların çıkarılmaması halinde, yürütmenin etkin şekilde işlerliğinden söz edilemez.
Cumhurbaşkanının HDP’nin yönlendirdiği politikaları uygulamaya başlaması halinde, HDP esaretinde bir yönetim anlayışı ortaya çıkar. Bu şartlarda İyi Parti diye bir parti ortada kalmaz. Hatta bu durum, CHP ve HDP haricindeki diğer partileri de olumsuz yönde etkiler.
Mesela HDP de içinde yer aldığı için 7+1 formülünün geçerli olduğu bir yönetim anlayışında, PKK’nın önce özerklik ilan ettiğini ve akabinde de Güneydoğuda bazı illerde ayaklanmalar gerçekleştirdiğini farz edelim. Bu durumda, Olağanüstü Hal (OHAL) ilanına gerek var mıdır; bu ayaklanmaların önlenmesi için ne tür politikalar belirlenmelidir?
Bu sorulara cevap teşkil eden konularda, HDP belirleyici olacaktır. Bu şartlarda, OHAL ilanı zorunlu olduğu halde HDP’nin engellemesi neticesinde OHAL ilan edilemiyorsa ve bunun devamında, özerklik ilanı, ayaklanma ile tamamlanarak bir bağımsızlık ilanına dönüşebilir. Bu bağlamda uluslararası güçlerin müdahalesi için müsait şartlar ortaya çıkabilir. Bu durumda, ülkenin bütünlüğü biter ve buna da 7+1 formülü sebep olmuş olur.
(4) Türkiye’deki siyasi kültür ve fiili uygulamaların gösterdiği bir gerçeklik de, güç sahiplerinin güçlerini başkaları ile paylaşmak konusunda isteksiz olmalarıdır. Geçmiş yıllarda, parlamenter sistemin bir gereği olarak Cumhurbaşkanlarının, sembolik yetkili olmaları gerektiği halde yetkilerini sonuna kadar kullanmak istemeleri ve bu bağlamda başbakanla derin ihtilaflar yaşamaları bu tespiti teyid eden bazı misalleridir. Mustafa Kemal Atatürk-İsmet İnönü, Turgut Özal-Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer-Recep Tayyip Erdoğan arasında yaşanan gerilimler bunun en bariz şekilde öne çıkan en somut misalleridir.
Bu siyasi kültür içinde, geçerli oyların %50+1’nin desteğini alan güçlü yetkilerle mücehhez bir Cumhurbaşkanının %1’lik bir oy desteğine sahip bir liderin engellemesine takılması, hem demokratik temsille çelişir, hem Cumhurbaşkanı ile liderler arasında şiddetli gerilimlere sebep olabilir. Bu durumda ileri sürülen istişare, uzlaşı, ortak akıl, yönetişim vb. söylemler sadece satırlarda kalır. Yönetilemeyen bir yönetim yapısı ortaya çıkar.
Yukarıda izah edilen sebeplerden dolayı, Millet İttifakının desteklediği bir kişinin Cumhurbaşkanı seçilmesi ve 6+1 ya da 7+1 formülünün uygulanması hallerinde en geç 1 yıl içinde seçimlerin yenilenmesinin kaçınılmaz hale geleceği söylenebilir.
Nihai olarak, bu formülün, etkin bir yönetimin sağlanması konusunda işlevsel ve uygun bir yönetim usulü olmadığını çok net bir şekilde ifade etmek isterim. Parlamenter sistemlerdeki çok partili koalisyonlardan çok daha sorunlu uygulamalar ortaya çıkabilir.