Erdoğan neden hep yalnız?
“Erdoğan yalnız değil!” diyeni yakın tarih yalanlıyor.
17/25 Aralık, Gezi, Muhtıra ve 15 Temmuz darbe kalkışmasında görüldü ki; Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı yalnız bir devlet adamı.
Hatta, yapayalnız…
Halkının yalnız bırakmadığı paradoksal bir yalnızlıktan söz ediyorum.
O’da zaten kritik anlarda en güçlü olduğu mevzi olan halk denizine çekerek boğuyor düşmanlarını…
Erdoğan’ın sinerjisinden makam sahibi olanların kritik anda kaybolmaları psikolojinin araştırma alanına girse de, gözle görünür olanları da var.
İktidar erkinin bir bölümü, “buradayım, ama bunlardan değilim!” derken, bir başka bölümü, “Bana ihtiyaçları var!” masalına inandırmaya çalışıyor soru yönelten muhataplarını.
Erdoğan’ın dost zannettiklerinin büyük bölümü aslında stratejik ortak.
Gerçekten dost olanların büyük bölümü de pasif görevlerde.
Bu durum yakın tarihimizde yaşadığımız 4 kritik olayda belgelendi.
Bu satırların yazarının gördüğünü Erdoğan’ın görmediğini iddia etmek, Cumhurbaşkanı’nın zekasına hakaret olur.
“Peki, Erdoğan görüyor da niye davranışını değiştirmiyor?”
Evet, bu soru kritik.
Erdoğan sanıldığından çok daha fazla duygusal bir ruh yapısına sahip.
Kader inancı, kaderin değişmezliğine olan inancı, ruh dünyasının üst şemsiyesi. Gelenin, gideni aratacağını düşünüyor.
Erdoğan, taşıdığı isimleri iyi tanıyor ve onlardan beklentisi zaten asgari düzeyde.
Bilinç altında, “Benim siyasete taşıdığım insanın zaten bana ihtiyacı var, ondan ne bekleyebilirim ki?” duygusu olabilir.
Bazen çözmeye yakın olduğumuz nokta, gerçeğe en uzak olduğumuz nokta da olabilir. Bu yüzden tanımlanması kolay olmayan bir durum var ama Erdoğan’ın ruhunun tüm ırmakları, teslimiyet denizine dökülüyor.
Allah’a teslim olmak…
Cumhurbaşkanı’nın ruh dünyası ve dozu yüksek vicdanını yakın çalışma arkadaşlarının istismar etmediğini söylemek gerçekten çok zor.
Ne zaman Erdoğan’ın onlara ihtiyacı olsa; bir çoğu o an, tam da o an yoklar…
Sıkıntı anlarında meydan da olanlar; makamı, tankı, topu, tüfeği ve parası olmayan sıradan insanlar oldu hep…
Oturduğum yer Genelkurmay Başkanlığı’na uzak değil.
Polisler, halkı gördükçe seviniyorlardı.
Hatta bir ara polislerin benim olduğum guruba dönerek, “Gitmeyin, sizden güç alıyoruz!” demelerini ömrüm boyunca unutmayacağım.
15 Temmuz gecesi gırtlaklarını parçalarcasına öfkelenen, tanka tekme, uçağa küfür edenlerin ezici çoğunluğu kravatlı beyefendilerin 30 saniyeden fazla konuşmaya tenezzül etmeyeceği yiğitlerdi…
Ya kadınlar?
Bir çoğu erkeklerden de cesur ve ataktı.
Gözüm birkaç Bakan ve Milletvekili aradı.
Yoktular…
Bilmiyorum, belki başka bir yerde, ya da başka bir kentte meydandaydılar ama çoğumuz görmedik.
İnşallah bir daha ihtiyaç olmaz ama olursa ve yine “yok”larsa, bu sefer gerçekten YOK olurlar!
Bir darbe daha var (mı) ?
Yakın arkadaşlarım bilirler.
Farklı ideolojilere saygım vardır. Kolay kolay kızmam. Hatta, benim gibi düşünmeyenlerin fikirlerinden istifade ederim.
Ama 1 aydır şu aptal kelimeyi söyleyenleri içimden tepelemek geçiyor;
“Bu darbe tiyatro mu?”
Bunu söyleyenlerin gözünde yumruk patlasa, birisi de, “ Gözündeki şiş tiyatro, aldırma!” dese, nasıl olur ki?
Ya da bir F16 evlerini Türk silahlı kuvvetlerinin envanterindeki en ağır silahla bombaladıktan sonra, “Şaka yaptım! Şaka yaptım!” dese, ne hisseder ki?
“Bu bir tiyatrodur” kelimesi Feto çetesinin psikolojik harp silahıdır.
Bilerek ya da bilmeyerek hiç değilse bundan sonra alet olmayın.
Bir başka gündem konusu da, “Feto ne yapar?”
El cevap; “Her şey!”
40 yıllık yığınağın, 40 günde kalkacağını iddia etmek ya saflık, ya da tersten Feto’ya hizmet değil midir?
Yine gelecekler. Birden fazla gelecekler.
En zayıf yerimizden yine deneyecekler…
Kesinlikle geldikleri gibi gidecekler ama teyakkuz, uyuşukluktan iyidir.
Şüphenin en iyi tarafı, ruhu uyanık tutmasıdır.
Şundan asla şüphem yok;
Türkiye’nin düşmesi Allah’ın muradına terstir.