Zamansız anlar vardır.
Hiç bir zamana ayrıksı durmaz.
Her zamana, her yere, her haleti ruhiyeye yakışır..
Seneler öncesinden kalan bi’ kahkahadır, olur. Aklının yattığı entelektüel bi’ tespittir, olur. Gönül işleridir, olur. Herhangi bir hususta herhangi bir burun direği sızısıdır, o da olur..
Zamansızdır.
Neredeysen, ne işle meşgulsen, kaç zaman geçtiyse aradan; o gelip seni bulana, akan sular durur.
Akrep durur, yelkovan..
Zaman durur.
Misal; Bekir Coşkun’un ‘Son Kırlangıç’ köşe yazısını okudun. Bugün oku. Seneye de okuyabil diye; bi’ beden büyük oku.
Sonra ömrün yeterse on sene, yirmi sene, kırk sene sonra oku.. Doyamazsın adamın gazeteye yazdığı günlük yazıya, çocuklarına bırak..
Zamansızdır Bekir ağabeyimin yazıları; çekinme, torunlarına bırak.
/Son kırlangıç da geçti başımın üzerinden / Artık mevsim güz. / Güz hüzün zamanıdır. / Canım sıkılır kuşların gidişine / “Durun nereye, nereye” diye / Peşlerinden bağırarak koşasım gelir../
Bir şiirin en can alıcı, tılsımlı dizeleri değil; bildiğin düz, gündelik köşe yazısıdır.
Ama burun sızısıdır. Ama, zamansızdır..
Bazı köşe yazıları da vardır ki; salt kelimelerle değil, kişilerle ilgilidir. Kişileri yazar.
O da zamansızdır.
Konular değişmiştir, ama kişiler aynıdır.
Biri bildiğini okumaya, öteki borazan çalmaya devam etmektedir. Geçen sene bu sıra yazdığımda böyleydi. Şimdi böyle. On sene sonra da böylece olacak.
Bildiğini okuyan / yazana ‘Atatürk’e hakaretten’ dava açılmış. Borazancı durur mu?
Bildiğini okuyan / yazana ‘zevzek’ demiş.
Borazancının yaşadığı masallar diyarında ayna henüz icat edilmemiş.
*
(Noktasına, virgülüne dokunmadan..)
Bir gazeteye müdür olmak kolay değildir, zor iştir müdürlük..
Yazmak da öyle tabii müdür olunca. Elin gider klavyeye.. Beklersin uzun uzun.. Yazsam mı bunu yazmasam mı en büyük derdin. Çekersin sonra elini geri.. Bi’ cesaret yazdın diyelim içinden geçeni, dolanır durursun sonra etrafında masanın; tütün üstüne tütün, kahve üstüne kahve.. Bir de geriden bakmalı şöyle; ayakta, eğilerek, uzak gözlüğünü alnına yerleştirip, iki satır yazıyı uzun uzun süzerek.
Yok.. Olmamış.. Hayır hayır, yanlış anlaşılabilir bu..
Silersin sonra.. Sonra mı? Gelsin Sekter gitsin tavla merasimi, gelsin komşunun getirdiği aşure gitsin on bin adım havadisi, gelsin Kenan Doğulu Beren Saat ilişkisi gitsin James Bond serisi.. Araya bir de filanca Bakan aradı, o iş öyle değilmiş, ekeledin mi.. Oldu işte, iç şimdi kahveni.
Vurmuş gelişine öteki, Allah ne verdiyse, o gün nerden estiyse..
Kırk yıl boyunca muhalif olmuş. İktidara muhalif olmuş, muhalefete muhalif olmuş, muhalefetin içindeki muhalefete muhalif olmuş.
Yetmemiş, yeri gelmiş yazdığı gazeteye muhalif olmuş.
Boş magazin yapmamış, avm güzellemesi yapıp kulağının üstüne yatmak dururken, milletin hakikatine eğilmiş.
‘Bundesliga başlayınca alkış, bizde lig başlayınca auuvv’ başlığı atmamış yazısına beriki gibi.
Bilimin sesini dinlemiş, fen’e kulak kesmiş, derdini yazmış memleketin.
Beriki Atatürk fotoğrafını kapak resmi yapıp, sosyal medyada takipçi kasma derdindeyken, öteki belgelerin, kaynakların arasında sabahlamış, masasında uyuyakalmış Mustafa Kemal’i yazarken.
Beriki ‘aman ağzımızın tadı bozuşmasın Ali Rıza bey’ formunda yoğurmuş harflerini.
Öteki, mahkeme tebligatının zarfını açmış ‘ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz; telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi..’
Beriki ‘Ben korkarım, soramam’ demiş.. Ötekinin ömrü sormakla geçmiş.
Beriki, sakin suların adamı olmuş hep; ılık, yumuşak, güvenli..
Öteki sert sulara salmış teknesini.
Gazeteye müdür olunca ‘bu enerjiyi nerden buluyorsunuz efendim’ diyenleri eleştirmemeye ant içmek olmuş ilk işi berikinin.
Öteki, yazısından bir paragrafı değiştirmesi istenince sırtına sarmış ceketini.
Evvelce de ayrılmış işinden, on bir ay boş gezmiş, girmemiş bir işe beraber çıktığı arkadaşları girmeden.
Beriki aklınca kıyas yapmak için kırk gün kırk gece Amerika caddelerine canlı bağlandı, sanki New York Türkiye’nin 82. Vilayeti.. Biri de çıkıp ‘Bana ne kardeşim Amerika’dan, sen şu ele geçmeyen maskeden haber ver.’ demedi.
Gir arşive bak on sene önceki yazısına ötekinin; ok gibi, dümdüz, dün yazmış gibi.
Gel on seneden bu tarafa berikiyle, kriz geçiren hastanın kalp grafiği gibi.
Ötekinin on sene sonra nerde nasıl olacağı hemen hemen belli.
Berikinin altı ay sonraki yerini kestirmek için Nostradamus olmak gerekli.
Ötekinin yazısını çevir İngilizceye, Dünyanın her gazetesinde itibar görür, okunur.. Berikini çevir, mültecilerle beraber Avrupa’ya kapak atmaya çalışırken dayak yiyen Konyalı Yusuf gibi, Edirne kapısında ilk ve son molasını verir.
Ötekinin tek kaygısı var, en iyi bildiği işi yapmak.. Yazmak.
Beriki her işi biliyor, ‘Teoride desen zehir gibi / Pratik dersen sallanmakta / Bazen ben hümanistim diyor / Bazen rasyonalist oluyor / Değişik bir psikoloji / Bir felsefe idiotloji / İdiot idiot idiotloji’
El sallıyor şaşkın bakışlarla sağa sola, MFÖ’nün şarkısından fırlamış gibi..
‘Bodrum’daki villaları’ diyor.. ‘İzmir’deki çiftlikler falan…
Gördünüz mü?’
Cevap veriyorum sayın beriki.. Gördüm.
Konu dava aşamasındaymış, mahkemede.. Karar verilmemiş. Okuduğuma göre sonradan ilave ‘sundurma’ mevzu bahis.
Eğer hukuka aykırı bir durum varsa, sökülür sundurma otomatik tente takılır, çözülür iş.
Gördüm..
Peki sen, sundurması sökülüp tenteyle telafi edilemeyecek işleri gördün mü? Memleketin gerçek gündemini.. Mutfakta yanan ateşi.. Sınavı hallaç pamuğuna dönmüş öğrencileri.. Şu dönemde işsiz kalmış yüz binlerce vatandaşı gördün mü?
Mesela geçen hafta telefonunu benzin istasyonuna rehin bırakıp, on liralık benzinle kendini yakan Aksaraylı genci..
Gördün mü?
05/20/2020