Şu hayat dedikleri…
Her gün ölüme doğru bir adım daha yaklaşırken hayata biraz daha fazla bağlanmayı seviyoruz.
Oysa, dün ne kadar hızlı geçtiyse, önümüzdeki zaman da o hızla geçmeyecek mi?
Hepimiz öleceğiz.
Kanıtı, her gün ölen insanlar.
Hiçbir ölenden haberimiz olmasaydı…
Hiçbir yakınımızı kaybetmeseydik bile…
Yaşlandıkça ölüme doğru yaşadığımızı yine de keşfedebilirdik.
Adını bile söylemekten ürktüğümüz bir çok şey başımıza geldiği halde, bize, “BEN ÖLMEM! BAŞKALARI ÖLÜR!” dedirten duygu ne acaba?
Gerçeklikten kopma mı?
Ölmeyince inanmamak mı?
Cesaret mi?
Hiç biri mi?
Hepsi mi?
Ne olacak bu insanoğlunun hali?
Azrail’in kıs kıs güldüğünü tahmin etmek zor değil.
Meselemiz; İnsanoğlunun ölüme inanmaması…
Ölüme inanan başkasını öldürür mü?
Bırak, zaten ölecek!
Ölüme inanan başkasına zulmeder mi?
Ölüme inanan; komşusu açken tok uyur mu?
Ölüme inanan; Allah’ın icra memuru olur mu?
Allah’ın soracağı soruyu, kula sorar mı?
İnsanoğluna ölümün var olduğunu inandırmadan dünya yaşanır bir yer olmayacak.
Buradan başlayalım.
Ölüme inanmanı engelleyen ne arkadaş?
Bu tenin çürüyecek…
Saçların, dişlerin, etlerin…
Kemiğin bile…
Bir tek ruhun kalacak geriye ey ruhsuz insan!
Bu nasıl bir kafa karışıklığıdır.
Bu nasıl bir körlüktür.
Diktiğin plazaların kirasını bile alamadan öleceksin belki de.
Şeytanın sana sağdan sağdan, “Ölmeyeceksin! Bedenin de çürümez!” derken, yalan söylediğini anlamıyor musun?
Ölecek ve yeniden dirileceksin.
Yaşarken yaptıklarından sorumlusun.
İçinizden, “Sus be adam. İçimizi karattın!” dediğinizi hissediyorum.
Hayır, susmayacağım…
Ancak ölümü öldürebilirseniz susturursunuz!