Son günlerde kamuoyumuz ve basınımız şu Libya meselesi ile meşgul.. Libya’da iki generalin bağımsızlık ve hakimiyet savaşları var.. Onların bu iç meselelerinin çözümünde, sanki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da görev üstlenmek istemekte..
Muhalefet ve kamuoyunun, “Askerlerimizin kanının Libya çöllerine dökülmesine karşıyız” diyerek açık açık karşı çıkmalarına rağmen, Tayyip Bey bu kararında israrlı görünüyor..
İşte bu mesele de pek tabii, her konuda olduğu gibi beni yine tarihimize yönlendirdi.
Libya’nın Osmanlı tarihindeki durumunu ve yerini bir daha gözden geçirdim..
Her konuda olduğu gibi bu işin içine de derhal Atatürk’ümüz katıldı..
Bunun üzerine Atamızın Libya’daki milli hizmetlerini biraz ayrıntılı gözden geçirdim.. Kaynaklarım arasında göz attığım belgelerden biri de, ünlü yazarımız Falih Rıfkı Atay’ın BABANIZ ATATÜRK kitabı oldu. Üstadın bu kitabı, benim de gençliğimde severek okuduğum, çocuklara Atatürk sevgisi aşılayan baş eser sayılır. Bu kitap bana Atamızı en güzel şekilde tanıtmış, adeta içimi Atatürk sevgisi ile doldurmuştu.
Falih Rıfkı üstadımızın gençlere Atatürk sevgisi aşılamak, Atasını en etkili şekilde tanıtmak üzere yazdığı kitaplar bundan ibaret de değildi.. Atatürk’ün Bana anlattıkları.. Atatürkçülük Nedir?.. Atatürkçülük Ne idi? Gibi eserleri de benim başucu kitaplarım arasında idi..
İsterseniz Babanız Atatürk kitabından bazı satırlar nakledeyim de, sizler de bana hak veriniz
Ama önce Falih Rıfkı Atay’ı tanımam konusunda birkaç satır ekleyeceğim..
Benim 1954 yılında, Yeni Sabah gazetesinde spor yazarlığına başladığım sırada, büyük üstad Falih Rıfkı Atay, Dünya gazetesinin başyazarı ve baş yöneticisi idi.. Ben gazetede işim bitip trene binmek için Cağaloğlu’ndan Sirkeci’ye inerken, zaman zaman Dünya gazetesindeki spor yazarı arkadaşlarıma uğrardım.. Onlarla görüşüp, şakalaşırken, çok nadir de olsa Falih Rıfkı Atay’ı da görürdüm.. Hemen elini öperdim.. O da saçlarımı okşar, bana gazetecilik mesleği ile ilgili tavsiyelerde bulunur, nasihat ederdi.
Bana sorarsanız, Falih Rıfkı üstad için Türk basının en büyük üstadı, derim..
Evet işte böyle.. Şimdi Babanız Atatürk kitabından satırlara geçeyim.. Kitabıın önsözünde üstad özetle şöyle der:
“1914’te I. Dünya Savaşına katılan Osmanlı İmparatorluğu harpten mağlubiyetle çıktı.
Bütün topraklarımız düşman işgaline uğradı. İngiltere, Fransa ve İtalya deniz kuvvetleri İstanbul boğazımıza yerleştiler..
Padişah ve onun Hükümeti: “madem ki yenildik, boyun eğmekten başka çaremiz yok..” diyordu.
Paris’te hazırlanan Sevr antlaşması hemen kabul edildi.
Padişahın bu aşağılığı sineye çekmesine rağmen, vatansız ve hürriyetsiz kalmayı bir türlü şereflerine yediremeyen kahraman halk evlatları, ayaklanıp çete savaşları başlattılar..
Yurt ve hürriyet uğruna canlarını vermekten çekinmeyen halk kahramanları ile neler yapılabileceğini çok iyi bilen Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıkarak milletinin başına geçti. Her biri kendi bölgelerini korumaya çalışan dağınık silahlı kuvvetleri bir araya toplayarak, kurtuluş Ordularının ve B. Millet Meclisi Hükümetinin temellerini attı.
Fransız ve İtalyan Ordularını Antalya ve Kilikya’dan dışarı attı. Yunan Ordularını denize döktü. İngiliz, Fransız, İtalyan denizcilerini İstanbul işgalinden çekilmeye zorladı. Böylece millet için Cumhuriyet ve medeniyet dönemini açtı.”
Hepimizin bildiği bu tarihsel bilgileri verdikten en sonra, Falih Rıfkı Atay, kitabında şöyle der:
“Sevgili çocuklar! Her birinizin annesi ve babası var. Onlar olmasaydı, dünyaya gelmezdiniz. Eğer Atatürk, milletinin ve Ordularının başında Anadolu savaşlarını kazanmasaydı, bu dünyada vatansız ve hürriyetsiz kalırdınız. Onun için bu kitabıma BABANIZ ATATÜRK adını koydum. Hayatınızı, ananıza, babanıza, hür, şanlı, ve şerefli Türklüğünüzü Atatürk’e borçlusunuz.”
Ve devam edeyim..
ATATÜRK LİBYA’DA..
BABANIZ ATATÜRK kitabı sa:33: “1911 yılında İtalyanlar Tunus’a asker çıkardılar.. Oradaki kuvvetlerimiz çok zayıftı ve o sırada Mısır İngiliz işgalinde idi.. Donanmamızla Tunus’a asker takviyesi yapamazdık. Bunun üzerine Mustafa Kemal, Mısır yolu ile Trablus’a geçti.. Orada başına geçtiği kuvvetlerimizle Tobruk’a taarruz etti. İtalyanları durdurdu.. Derne komutanlığını üzerine aldı. İmkansızlıklara rağmen çok büyük fedakarlıklar göstermekteydi.
O günleri Mustafa Kemal’i ziyarete giden bir Türk hekimi şöyle anlatır:
Ben sorunca hastane görevlileri şöyle dediler:
“Komutan hasta, yataktadır, sizi öyle kabul edecek, kusura bakmayın.”
Mustafa Kemal çadırda, portatif karyolasında oturuyordu. Eşyası bir portatif masa, iki iskemle ve yere serilmiş kurt postu idi. Bir gözünde kan vardı. Sık nefes almakta.. Elini sıkarken ateşi olduğunu da hissettim.”
“Mustafa Kemal çölde, yerli halkın sevgisini kazanmıştı..”
O günlerin binbaşısı Mustafa Kemal, Libya’nın kurtarılması, vatan topraklarına yeniden katılması için canını ortaya koyup savaşmış ama kazanamamıştı.
Neyse fazla uzatmayayım.. Yeri geldikçe Falih Rıfkı’nın kitaplarından satırlar nakletmeye devam ederim.
Amacım bugünkü Türk gençliğinin Atamızın gösterdiği yoldan yürümesine yardımcı olmak.. Bugünlerde onu unutturmaya çalışanların karşısına bu şekilde dikilmek..
Yazıma noktayı koyarken ekleyeyim..
Bugünkü Kanal İstanbul meselesi konusunda muhalefetin haklı karşı çıkışlarına yönelik Tayyip Erdoğan’ın son sözü; “İsteseniz de, istemeseniz de yapacağız..”
Her halde ayni zihniyet sonucu, muhalefetin “Askerlerimizin kanının Libya çöllerine dökülmesine karşıyız” dediği Libya konusunda da son noktayı, “son sözü ben söylerim” olacaktır. Baksanıza Meclis, LibyaTezkeresi’ni öne aldı ve Tayyip Bey’in Cumhur ortağı Devlet Bahçeli, “tüm üyelerimizle tezkereyi destekleyeceğiz..” açıklaması yaptı.
Son sözümün şakayla karışık noktası: “Mustafa Kemal, Libya’da canını, kanını vermeye razı olup savaşmış, ama Libya’yı düşmandan geri alamamıştı.. Şimdi ben alacağım mı diyerek Ordu gönderecek acaba?..”