Benim asıl ilgi alanım tarihimizdir.
Güncel olayları yorumlarken de, daima zihnimde, tarihimizde yaşanmış benzeri olayları hatırlayıp canlandırarak, aralarında mukayeseler yapmayı çok severim.
Günümüzdeki eskiye dönüş, dinsel kuralların daha da yaygınlaştırılması gibi uygulamalar üzerinde düşünürken, en çok Osmanlı Padişah’ı 2. Abdülhamid’i hatırlarım...
1. VE 2. MEŞRUTİYET DÖNEMLERİ
Padişah II. Abdülhamit, tarihçiler ve yazarlar tarafından, Ulu Hakan ve Kızıl Sultan gibi sıfatlarla değerlendiriliyor. Yani kimisi onu tam bir hakan, kimisi de acımasız bir diktatör sayıyor.. Mesela Necip Fazıl Kısakürek üstad da, Ulu Hakan Abdülhamid Han isimli bir kitap yazmış ve ben de 608 sayfalık bu kitabı 1970 yılında Toker Yayınları kitapları arasında yayınlamıştım.. Neyse..
Ben Abdülhamid konusunda, bir yönde saplanıp kalmak yerine, her insan hakkındaki değerlendirilmelerimde olduğu gibi, onun hakkında da; “iyi yanları şunlar, kötü yanları bunlar” diyerek söze başlamayı tercih ederim..
Bu son cümlem uzun mu oldu? Olsun varsın, ben böyle yazarım.. Bilenler, bilir, bilmeyenler de öğrenip alışsınlar lütfen..
Abdülhamid ne yapmıştı? Meşrutiyete son vermiş ve Meclis-i Mebusan'ı kapatmıştı.. Bu millet için kötü müydü?
Malum I. Meşrutiyet, Mithat Paşa, Namık Kemal gibi Jön Türklerin çalışmaları sonucunda, Abdülaziz tahttan indirilerek, 5. Murat tarafından 23 Aralık 1876 tarihli ilk Anayasa kabul edilerek kurulmuştu. Bu karar Mebusan ve Ayan Meclislerince alınmıştı.
31 Aralıkta tahta çıkan Abdülhamit ise, 93 Harbinin çıkması üzerine (1877-78 Osmanlı Rus Harbi) Meclisi feshederek I. Meşrutiyete son vermişti. Bazı tarihçiler işte bu yüzden Abdülhamid hakkındaki “kızıl sultan” değerlendirmelerini başlatırlar..
Bazıları ise, bu olayı, Padişah’ın uzak görüşlülüğü ve milliyet sevgisine bağlarlar..
Şöyle ki;
O dönemde İmparatorluğun nüfusu 30 milyondu.. Bunun sadece üçte biri yâni 10 milyonu Türk'tü. Geri kalan 20 milyon ise, 12 milyon Arap, Arnavut, Rum, Ermeni, Yahudi gibi farklı milletlerden oluşuyordu. Nüfusun 8 milyonu hrıstiyandı. Hrıstiyanlar kültür açısından Türklerden çok ileri durumda idiler ve Avrupa Devletleri tarafından himaye ediliyorlardı.
Meşrutiyet devam ettiği sürece bu milliyetler ve hrıstiyanların sesi daha rahat çıkar ve Türkler ezilebilirlerdi. Abdülhamit işte bu Türkçü düşüncesi sonucu, Türklerin daha fazla ezilmemeleri için 1. Meşrutiyete son vermiş ve çözüm çareler aramaya başlamıştı.
Nitekim bunu, 23 Temmuz 1908 tarihinde, 2. Meşrutiyeti ilan ederek, Meclisi yeniden açtıktan sonra mebuslarla konuşurken şöyle anlatmıştı:
“Geçen Meclis'teki gayri müslim mebusların hemen hepsi Avrupa'da tahsil görmüş insanlardı. Bizimkilerin çoğu ise okuma yazma dahi bilmiyorlardı. Bu sebeple Meclisi kapattım..”
Bu duruma çare olmak üzere, Abdülhamid, tahtta kaldığı 30 yıl boyunca, Türklerin eğitilmesi için Hukuk, Güzel Sanatlar, Ticaret, gibi pek çok okullar açmış, Darülfünun (Üniversite) yi kurmuş, Emekli Sandığını açmıştı.
Bunlara rağmen, Abdülhamit düşmanlığı ülkede almış yürümüştü.. İttihatçılar, onu tahttan indirme çalışmalarına hız vermişlerdi.
gün Başkentte çeşitli olaylar çıkıyordu. Bilhassa Yahudi ve Ermenilerin yağmacılığı almış yürümüştü. Anadolu’da bulunan Mahmut Şevket Paşa, Harekat Ordusu ile İstanbul’a gelip, olayları bastıracağını Padişah’a bildirdi. Ama onun da gerçek amacı, İstanbul’a gelip Padişahı tahttan indirmekti.
İstanbul olaylarını I. Ordu önleyemiyordu. 31. Mart 1909’da tarihe 31 Mart Vak’ası olan olay da cereyan etmişti.
En sonunda, Harekat Ordusu İstanbul’a gelmiş, Meclis-i Mebusan’a baskı yaparak, Padişahın halledilmesi (tahttan indirilme) kararını çıkarttırmış ve 2. Abdülhamit 27 Nisan 1909 tarihinde halledilmişti
Abdülhamit’i tahtından indiren İttihatçıların yönetimindeki günlerde; Libya, Balkan Harbi ve I. Dünya Savaşı hüzünlerini yaşamıştık. Olayları yurt dışından üzüntü içinde izleyen Abdülhamit, Balkan Savaşı çıkınca, sürgün edildiği Selanik'ten İstanbul'a getirilmişti. Çanakkale Savaşı'nda düşman orduarıın boğazdan içeri girmeye çalıştığı sırada, İstanbul'un işgal edilmesi tehlikesi de ortaya çıkınca, İttihatçı hükümet İstanbul'un tertedilmesini düşünmüştü. Tahtta Padişah V. Mehmet vardı.
Ağabeyi Abdülhamit ise o sıra Beylerbeyi Sarayı'nda münzevi bir hayat yaşıyordu.. 5. Mehmet, Talat Paşa başkanlığındaki bir heyeti Abdülhamit'e gönderdi.
Heyet, devrik Padişah'a, başkentin ve kendisinin Anadolu'ya taşınması gerektiğini anlatmaya çalışıyordu.
Abdülhamit, heyeti sessizce dinledikten sonra onlara şunları söyledi:
“Ceddim Fatih Hazretleri İstanbul'u alırken, son Bizans İmparatoru şehirden kaçmayı düşünmemiş, ordusunun başında ölmüştür. Biz Bizans İmparatorları kadar da mı olamıyoruz ki, bu şehri düşmana bırakmayı düşünüyoruz?
Osmanlı Hanedanı şehri terk ederse bir daha buraya dönemez. Muhterem biraderime söyleyin: İstanbul'dan bir adım bile atmam..”
Abdülhamit öldüğü zaman, kendisini tahttan indiren İttihatçılar'ın iki büyük siması Talat ve Enver Paşaların, bu yüzden hüngür hüngür ağladıkları söylenir.
COĞRAFYADA TARİH İZLERİ sütunumda yayınlanmış bir yazımla karşılaştım.
Şimdi, bugünkü SÖZCÜ’nün ağabeyisi dediğim o yazımdan satırlar nakledeceğim..
Bu yazıma, sütunumun adını verdiğim kitabımın(*) 121,122 ve 123. sayfalarında da yer vermiştim.