Ankara kalesinin hemen dibinde mutevazi bir evde doğmuşum...
50 metre ötemiz ucu görünmeyen bir uçurumdu.
Küçükken de ikazlara rağmen bugün gibi uçurumların kenarında gezinirdi bu satırların yazarı!
O dönemde bir çok ev gibi bizim de televizyonumuz yoktu.
Çünkü televizyon gercekten büyük lükstü.
Ne lüksü, statünün ta kendisiydi...
Dönemin...
Vadideki hayat...
Uzay yolu...
Kaçak...
'6 milyon dolarlık adam' gibi dizi ve kovboy filmlerini komşuda izlerdim.
Sık gelişlerimden sıkılmış olacaklar ki surat asmaya başladılar.
Baktım olmuyor, bir daha da gitmedim oraya!
Rahmetli babam devlet memuruydu.
Sızlanmalarıma dayanamayıp sınırlı şartlarıyla zar zor grundig marka bir televizyon aldığı gün...
Mahalle bazında resmen jet sosyeteye de girmiş olduk!
O nasıl mutluluktu öyle.
Skoda marka kamyonetin arkasında, başına bir hal gelmesin diye 4 kişinin birden mücevher gibi getirdigi televizyonu evimizin en güzel köşesine koyduk.
Üzerine örtülecek dantelli örtü günler öncesinden zaten hazırdı.
Bu arada statümüzün (!) yükselmesini kıskananlar da olmuştu !
En başta binbir subliminal mesajla beni evinden uzaklaştıran o komşumuz!
Haliyle bizim de artık bir televizyonumuz olduğunu en önce onlar bilmeliydiler!
Komşuya gitmeden önce annemin "Kaymaklı bisküviyi seversin, önüne gelen tabağın yarısını ye, yarısını bırak. Evde yok sanırlar!" nasihatına rağmen...
Uzay Yolu'nda yok mıstır spak'ın kulağı...
Yok uzay gemisine meteor mu çarpacak...
Dr. Kimbıl yakalanacak mı falan derken tüm tabaklardaki kaymaklıları sizlere ömür yaptım !
Tabağın dibinde kalanları da parmaklarımı ıslayarak götürme operasyonum annemin sert bakışlarıyla durduruldu!
Annem bir taraftan komşuya laf yetiştirirken, diğer taraftan sol bacağıma öyle seri çimçikler attı ki...
Üç gün topallıyarak yürüdüm!
Bu girizgahı bir neslin çocuklarının isteme/talep etme duygusunu bitiren sosyolojiyi anlamaya fon olabilir mi diye yazdım.
Bizim nesli "Aman tabağını bitirme, evde yok sanırlar! " diye yetiştirirken...
sonraki nesiller...
"Tabağındakileri bitir..." "Karşı tarafın tabağını da süpür...."
"Tabağın içindekiler bitince, tabağın kendisini ye! "
"Daha olmadı masayı..."
"Doymadıysan adamı da ye!" öğretisi ile yetiştirildi!
İşte biz o nesillerle çarpışıyoruz!