Başkalarının günahları ve direnme estetiği!
14-15’li yaşlarda, küçük ve amatör bir panom vardı.
Beğendiğim sözleri ellerimle bir kağıda yazar, sonra baş ucuma asardım.
En tepede, mavi bir iğne ile tutturulmuş, Hz. Muhammed’in, “Komşusu açken, tok uyuyan bizden değildir.” sözü vardı.
Seneca’nın, “Zamanı gelmeden üzülme.” sözünün hemen altına, Çehov’un, “Başkalarının günahlarıyla aziz olamazsın.” sözünü yazdığımı da iyi hatırlıyorum.
Bu sözlere bakar bakar, “İbret almalıyım.” diye mırıldanırdım.
İnsan kendisine kıyamaz.
Bu yüzden, ne kadar ibret aldım, ya da alamadığımı objektif olarak yazamayacağım için bu içsel soruya, ucundan kıyısından yanıt vermenin doğru olacağına inanıyorum.
Sanırım, çoğumuz gibi bende, “Başkalarının günahını daha çekici.” buldum.
Belki kendi günahlarımızı unutmak, belki içimizdeki donkişot’u kışkırtmak, belki de sadece daha kolay olduğu için bu yolu seçtik.
Başarısızlıklarım, başarılarımdan fazla oldu ama benim için büyük, hayallerim için küçük başarıları kucakladım.
Nadir başarılarımdan birisinin; mücadele etmekle, isyan etmek arasındaki mesafeyi korumak olduğunu düşünüyorum.
Sürekli, ötekilerden birisi olmanın, kaderime ait bir sınav olduğunu düşünmek, enerjimi azaltmak yerine, ruhumu kamçıladı.
Herkes beriki olsa, kim öteki olacaktı?
Estetik direnmenin, kaba bir zaferden daha kıymetli olduğunu düşündürecek binlerce tarihi&dini kanıt varken, hoyratlığa ne lüzum var?
İnsanlığı; Başkalarının günahları yerine, kendi günahlarını restore etmeye davet etmenin, Dünya barışına daha fazla katkısı olacağını umuyorum.
Finali, Cenap Şahabettin’in, “Hayat merdivenlerini çıkarken insanlara iyi davranalım, inerken yine aynı insanlarla karşılaşacağız.” sözleriyle yapalım…
*Bu yazı Talat Atilla'nın Güneş Gazetesi'ndeki köşesinden alınmıştır...