Ankara Savaşı’nın Türk tarihinde önemli bir yeri vardır..
Yazıma böyle başlayınca, bu sütunda hep güncel olayları ele aldığımı bilen okuyucularım, belki de başkent Ankara’da cereyan eden, savaş nitliğindeki bugünkü siyasi kavgaları ve olayları ele alacağımı düşünmüşlerdir.
Öyle ya.. AKP iktidarı, yani Tayyip Erdoğan, bu siyasi mücadelelerden, parti kavgalarından, İstanbul seçimleri için oy umuyor ki, bir türlü kavgaları durdurmak istemiyor.. Ülkede zaten her şey bu seçime odaklanmış gibi.. Emekli ikramiyelerini, işsizlik ödeneklerini, her şeyi seçim öncesi günlere denkgetirmekteler.. Devlet Bahçeli de, iktidarın bu politikayı sürdürmesindeki baş destekçisi..
YSK’nın verdiği, İmamoğlu’nun Belediye Başkanlığını bozma kararını, KıIıçdaroğlu ve Meral Akşener haklı olarak hukuka aykırı bulmakta, tenkit etmekteler.. İktidar ve yandaşları ise tam tersine; “Elbette bozulur, çünkü oylar çalındı.. Seçim hırsızlığı yapıldı” gibi hukuksuz laflar ederek kavgayı sürdürmekten yanalar..
İşte vatan topraklarımızda bugünkü manzara bu..
Buna rağmen ben bütün bunları bir yana bırakıp, tarihimizdeki Ankara Savaşını ele alacağım bugün.. Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt ile, Türkistan İmparatoru Timur arasında cereyan eden 1402 savaşını..
Niye mi?
Her zaman yaptığım gibi, güncel olaylardan gına getirince, kafa dinlendirmek için yine Lamartine Osmanlı tarihine(*) başvuruyorum da ondan..
Bence şu bir gerçek ki, Lamartine, bizim Osmanlı tarihimizi en güzel şekilde işleyen ve yanlış bildiğimiz pek çok gerçeği ortaya koyan bir tarihçidir.
İşte şimdi de birlikte onu dinliyoruz..
4. Osmanlı Padişahı olan Yıldırım Beyazıt’ı, Lamartine pek sevmez sanki.. Onu sürekli tenkit eder.. Yedi eşinin olduğunu, onlardan üçü kız, onu erkek torunları bulunduğunu anlatır.. Saraylarının, eşleri torunları kadar, savaş ganimeti olan güzel kızlarla ve bir bölümü hadım edilen, ötekileri ise doğaya ters düşen cinsel ilişkiler için kullanılan güzel oğlan çocukları ile dolduğunu yazar.
Şöyle der:
“Kadınca güzellikleri ile tanınan oğlanlardan bazıları, harem güzellerinin en büyük rakipleri oluyorlardı. Böyle aşağılık bir biçimde kullanıldıktan sonra içoğlanlığa kadar yükselenler, İmparatorlukta daha büyük rütbelere sahip olabiliyor ve kendilerini o makama getiren ahlaksızlığın sürüp gitmesine olanak veriyorlardı.
..Saraylara devamlı Tokay ve Kıbrıs şarapları ile dolu olan fıçılar boşaltılırdı.
Demek ki, Yıldırım'a Hz. Muhammed'in buyrukları unutturulmuştu.”
Lamartine, “Yıldırım, gururundan önünü göremiyordu..” diye devam eder ve sözü Timur’a getirir..
Türkistan’dan yol çıkan, Acem topraklarını fethederek ilerleyip Anadolu’ya giren Timur’u anlatmaya başlar.
Yıldırım’a; “Sen Avrupa’yı fethet! Anadolu’yu bana bırak” şeklindeki düşüncelerini bildirmek üzere elçilerini gönderir.
Fakat Yıldırım, Türk geleneklerinde olmayan bir biçimde, elçileri boğdurarak öldürtür. Timur’dan gelen mektuba cevap vermeye bile tenezzül etmez.
Ve sonuçta, Ankara Savaşı çıkar.. Savaşta, Yıldırım Beyazıt, Timur’a mağlup olur.. Ve Timur’a esir düşer..
Osmanlı tarihinde fetret devri denilen, 10 yıl, 11 ay, sekiz günlük bir “Saltanat fasılası”, “kargaşalık dönemi” olarak da adlandırılan dönem başlar.. Osmanlıda şehzadeler arasında çıkan taht kavgaları alıp yürür.. Sonuçta Mehmet Çelebi bu savaşlardan galip çıkarak, Osmanlı tahtına 5. Osmanlı Padişahı I. Mehmet unvanı ile oturur.
Tabii bu gelişmeler, kitapta sayfalar doldurur..
Lamartine, Timur hakkında ise hep güzel sözler sarf eder. Timur’un amacının, Osmanlı Devletini yok etmek değil, cezalandırmak olduğunu anlatarak söze başlar. Anadolu’ya bunun için geldiği yazar.
Timur kelimesinin Türkçe'deki anlamının demir demek olduğunu anlatır. Yani dünyaya hükmeden ve felakete götüren araç demektir”, der ve onunla ilgili ayrıntılı bilgiler verir..
İşte onlardan da kısa birkaç cümle:
“Timur, Orta Asya'daki aşiretlerden birinin başkanının oğlu olarak dünyaya geldi. Babası Targay, Türklerin ilk fatihlerinden olan Cengiz Han'ın soyundan geldiğini söylüyordu”.
“Timur'un karakteri , zıtlıklarla doludur. Tıpkı yaşlı bir kafa görünümüne karşılık genç kalbi taşıması gibi..”
“Timur'a yeryüzü dar geliyordu.. O dünyayı yöneltmeye layık insandı..”
“Sahip olduğu büyük servet, kalbini sertleştirmediği gibi aklını da çelmemişti. Timur insancıl duygularını kaybetmediği için öğünürdü. Bir oğlunu ve kızkardeşini vakitsiz yitirince, üzüntüsünü eğlencelerle unutma yoluna gitmedi...”
“Dünyayı iki sultan için çok küçük görmeye başlamıştı. Buna rağmen tehdit etmeden ve haber vermeden saldırıya geçmedi. Sultan Bayezit'ten kendi ırkının beylerine karşı neden haksız davrandığını soran ve haksızlıkların giderilmesini dileyen bir mektubu elçileriyle gönderdi..”
“Timur’un torunu Muhammet Şah, on sekiz yaşında Akşehir'de öldü. Kendi öz oğluna yalnızca İran'ın hükümdarlığını verirken, Semerkant'taki İmparatorluğuna layık gördüğü torununun cesedinin yanında az kalsın üzüntüsünden ölecekti. Kur'an'ın, ölenlerin bir daha geri gelmeyeceği, bunun için aşırı biçimde üzülmemek gerektiğine ilişkin hükmüne rağmen, komutanlarının önünde acısını gizlemeye gerek görmedi. Büyük cenaze töreni ve evrensel bir yas bile yüreğindeki acıyı dindiremedi. Bütün İmparatorluğu, en büyük komutandan, en basit halka kadar siyaha büründü. Kaftanları ve elbiseleri süsleyen değerli kürkler çıkarılarak, devecilerin ve dilencilerin boz renkli keçeleri giyilmeye başlandı. Tabutun geçtiği yerlerde kadınlar saçlarını dağıtarak tozlar içinde yuvarlanıyorlar, bir yandan eteklerine doldurdukları taşları sallarlarken, öte yandan bağırlarını parçalarcasına çığlıklar atıyorlardı. Akşehir'de bütün ordunun davetli olduğu büyük bir yuğ (*) düzenlendi.
Yuğ sırasında, milyonlarca çağrılı tarafından dinlenilmesi için yüzlerce imam çevreye dağılmış Kur'an okuyordu. Hint gongu gibi sesi çok uzaklardan işitilebilen Moğol davulu, düzenli aralıklarla çalınıyordu. Yuğ bittiği zaman, bir daha hiç bir ölümlü için bu kadar büyük bir acı duyulmaması amacıyla davul parçalandı. Davul sesinin yerini bütün gece göklere yükselen kadın hıçkırıkları aldı. Timur'un en eski yedi arkadaşı ve komutanı ile ordusu, genç Muhammet Şah'ın taş ve altın işlemeli tahtırevanında taşınan, çok değerli kumaşla örtülmüş olan tabutunu Ceyhun'un kıyılarına kadar izlediler. Türkistanlılar'ın bu genç kahramanı ölümüyle, Himalayalar'ın eteklerinden Çin sınırına ve Fırat çöllerine kadar ender görülen bir yas bıraktı.”
Ben Timur’u, Yıldırım Beyazıt’tan daha çok severim.. Bu anlatılanlar sizleri sıkmadı ise, Yıldırım ve Timur’un sonlarını da haftaya anlatırım. İlerleyen yazılarımda da ayni konuya devam ederim. Yaz geldi.. Yazlıklarda böyle konular, yazılar ve okunur ve böylece kafa dinlendirilir bence..
.(**) Osmanlı Tarihi/Lamartine Toker Yayınları www.tokeryayinları.com Tel.02126010035