Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Ayasofya’yı müzeden camiye çevirdi..
Dünkü 24 Temmuz günü, Cuma namazını da, camiye çevirdiği Ayasofya'da kıldı. Cami içinde birlikte olduğu seçkin konukları da, çevre kuralına riayet ederek kendisine eşlik ettiler. Keza cami dışındaki 1500 konuğu da Cumayı birlikte kıldılar.. Buralarda çevre kuralı mümkün olduğunca uygulandı. Sosyal mesafe kuralına uyuldu..
Dünkü 24 Temmuz tarihinin bir başka özelliği de. Türkiye Cumhuriyetimize hukuki varlığını kazandıran Lozan Antlaması’nın 97. Yıldönümü olmasıydı..
Bilhassa Atatürkçü Düşünce Derneği, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanmış olan bu anlaşmanın, yurdun her yerinde, millet tarafından kutlanmasını istiyordu.. Ne var ki, mesafe kuralı uygulaması sebebiyle 81 ilde valilikler bu kutlamalara izin vermediler..
Tabii bu durum karşısında vatandaşlar sordular; “mesafe kuralı uygulaması Ayasofya’da niçin çiğnendi?”
Ben, geçen haftaki yazımda Aka Gündüz üstadımızın yazılarından satırlar naklederek Türklük konusunu işlemiştim.. O yazım okuyucularımdan oldukça büyük ilgi gördü.
Bu sebeple izninizle, bugün üzerinde duracağım yakın tarihimizin önemli konularında da Aka Gündüz’e baş vuracağım..
Evet, Kurtuluş Savaşı günlerindeyiz..
Mustafa Kemal Paşa, meşhur emrini vermiş:
“Hatt-ı müdafaa yoktur; sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz.”
O günlerde, ülkemiz tamamen düşman ordularının işgali altında idi.. Fransız, İngiliz, İtalyan gibi Avrupa Devletlerinin sağladığı uçaklarla Yunanlı her yerimizi bombalıyor, bizse odunla çalıştırdığımız trenlerle cephelerdeki kuvvetlerimize cephane taşıma uğraşındayız.. İşte sizlere, büyük yazarımızın o günlerdeki bu feci şartları işlediği bir yazısından satırlar..
CEPHANE TRENİ
“Sakarya Muharebesi başlayalı onbeş gün olmuştu. Bu onbeş gün bize tam bir cehennemdi. Bir cehennem ki; havalardan dökülüyor, yerlerden fışkırıyor, sularda köpürüyordu. Düşman, birbiri arkasına saflar dizip bize hücum ediyordu.
Bizim askerlerimiz de onlara; kurşunla, dipçikle, tırnakları ve dişleri ile karşı gelmeye çalışıyordu. Yerler sarsılıyor, fakat düşman bizim cepheyi sökemiyordu..
Bizimkiler, Ankara’dan cephane istediler.
Otuz vagonluk bir tren dolusu cephane hazırlandı. Tren yola düzüldü. Fakat taşkömürü yoktu, trenin makinesi odun yakılarak çalışıyordu. Cephane ağır olduğu için, zaten yavaş yürüyen tren odunla büsbütün yavaşladı.
Bu sırada havada düşman tayyareleri görüldü. Bu zamanda bu, yolcu treni olamazdı ya.. Elbette ya erzak, ya cephane treni olacaktı.
Tayyareler trenin üstünde uçuşmaya başladılar. Bombalarla. trene hücuma başlayacakları besbelli idi.
Tam bu sırada trenin makinesinin odunu bitmesin mi? Koca tren zıngadak durdu..
Bereket versin ki, tren o sıra bir köyün önünde idi.
Tren görevlileri düşünüyorlardı:
-Otuz vagon cephane teslim edildi bize.. Bunu selametle götürmeğe mecburuz.. Bunun için önce odun eksiğimizi tamamlamalıyız.. Tez elden karşı köye koşalım, köylüye işi anlatalım..
Ne kadar odun, tahta, neleri varsa getirsinler makineye yükleyelim. Biz de burada, tayyarelere karşı koymaya çalışalım.. Yanımızda dört tane mavzer var. Sonunda, biz de ya cephane treniyle uçar gideriz, yahut kurtarırız.
Birkaç memur köye koşup haber verdiler. Köylüler nerede odun, tahta, ne varsa taşımağa başladılar. Evlerinin kapılarını, pencerelerini, sedirlerini söküp getirdiler. Beş on dakika içinde makineyi odunla doldurdular, artanları da vagonların üstüne koydular.
Köylü bu vatan fedakarlığını yaparken, trenin baş memuru da başlarının üzerinde uçuşan tayyarelere kurşun sıkıyordu. Bu yüzden tayyarelerin bir kısmı, birkaç bomba attıktan sonra sağa sola düşmüştü..
Tren yakıtı olunca eskisinden daha hızlı çalışmağa başladı. Düşman ona sürekli bomba savuruyor, fakat isabet ettiremiyordu. Tren memurları, vagonların üstüne çıkmış, bombaları biten düşman tayyarecileriyle alay ediyorlardı..
Gazi Paşa Türküsünü söylüyorlardı..” (*)
(*) TÜRK DUYGUSU/Aka Gündüz, Toker Yayınları www.tokeryayinları.com
Tel.02126010035