Türkiye, takriben son iki yüzyılda askeri vesayet zihniyetinden çok çekti.
Vesayetçiler, ülkemizde demokrasinin yerleşmesine bir türlü müsaade etmek istemedi.
Bu kesim, geçmiş yıllarda bu amaçlarının gerçekleşmesi için çok çaba sarf ettiler.
Yakın zamanlara gelinceye değin, bazı istisnai pratikler hariç, vesayetçi zihniyetin yaptıkları büyük ölçüde yanlarına kâr kaldı.
Hatta darbecilerin birçoğu, ilerleyen yıllarda yaptıkları vesayetçi uygulamalardan dolayı büyük ödüllere mazhar oldular.
27 Mayıs sonrasında, ordu ve yargıda darbeci olmayan unsurlar uzaklaştırılırken, darbecilerin birçoğu, başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere en üst kademelere getirildiler.
Kısaca “ey 27 Mayıs cuntacıları ve en aktif icracısı olan yüksek mahkeme hâkimleri, çok iyi işler çıkardınız, onun için ödül olarak, sizler en iyi makamlara layıksınız, kiminiz orduda, kiminiz yargıda yüksek kademelere atandınız” denildi.
Bu darbeciler hakkında, ne 1961 Anayasası ne de sonraki dönemlerde hiçbir yargısal işlem yapılmadı. Bunların tamamı, görevlerini üst kademede sonuna kadar sürdürdüler.
12 Eylül cuntacıları ve 28 Şubat sürecinde demokrasiyi katledenler hakkında yıllar sonra başlatılan yargılama süreçleri belli vesayetçi çevrelerde rahatsızlıklara sebep oldu.
Temel Karamollaoğlu’nun İçine Sindiremediği Cezalandırmalar
Geçenlerde Halk TV’de yayımlanan “Liderler Özel” programına katılan, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, 28 Şubat sürecinde yaşananların baş aktörlerinin yargılanıp cezalandırılmaları konusunda özet olarak şu değerlendirmeleri yaptı:
“Genelkurmay başkanlığı yapmış, orgeneral olmuş, ordunun en üst kademesine gelmiş, Türk ordusunun başındaki insanların, bu şekilde cezalandırılmalarını içime sindiremiyorum, onların bu noktaya düşmesine gönlüm razı değil”.
Karamollaoğlu, her ne kadar 28 Şubatta yaşananların tasvip etmediğini söylese de, burada, açıkça “28 Şubat sürecini yaşatanlar aslında iyi etmediler, ama yaptıklarından dolayı bu şekilde cezalandırılmayı da hak etmiyorlar” demek istemiştir.
28 Şubat 1997 Sürecinde Yaşananlar
28 Şubat sürecinde, militan laik cumhuriyetçi zihniyeti temsil eden vesayetçi paşalar, bazı sivil görünümlü vesayetçilerin desteği ile demokratik sürecin işleyişine müdahale ettiler.
Önce 4 Şubat 1997 günü, Ankara’nın Sincan ilçesinde “askerlerin darbe uyarısı” mahiyetinde 15 tank ve 20 zırhlı araçtan oluşan konvoy sahne aldı.
28 Şubatçı Org. Çevik Bir, o görüntü için, “Demokrasiye balans ayarı yaptık” dedi.
28 Şubat 1997'de Milli Güvenlik Kurulu (MGK), dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in başkanlığında toplandı. 8 saat 45 dakika süren MGK toplantısında, tarihe “postmodern darbe” olarak geçecek 20 maddelik bildiri çıktı.
MGK’da, vesayetçilerin mutlak zorlaması altında, görevdeki meşru sivil hükümet, istemedikleri halde din hürriyetini aşırı şekilde budayıcı yöndeki kararları imzalamak zorunda bırakıldı. Başörtüsü ve Kur’an Kurslarına yönelik çok katı yasaklayıcı kararlar alındı. İmam Hatip Liseleri büyük ölçüde pasifize edildi. Bundan sair meslek liseleri de olumsuz etkilendi.
18 Haziran 1997 günü hükümet istifa etmek zorunda bırakıldı. Vesayetçilerin istediği yönde bir hükümetin kurulması için, Doğruyol Partisi’nin (DYP) içi zorlamalarla boşaltıldı.
İstifa eden Refahyol hükümeti yerine, vesayetçilerin emrinde bir hükümet kurduruldu.
Vesayetçilerin kuklası haline gelen Demirel, “MGK kararlarının uygulanmaması halinde devletin yürümeyeceğini, uygulamayanların sorumlu olacağını” açıkladı.
MGK kararlarının etkin bir şekilde uygulanması için, Çevik Bir tarafından irticai faaliyetler içinde olduğu tespit edilen insanların takip edilmesi ve devlet bünyesinden uzaklaştırılması maksadıyla, “Batı Çalışma Grubu” kuruldu.
Bu süreçte sıkı bir cadı avı başlatıldı. Binlerce başörtülü mağdur edildi. Eşi başörtülü askerler ihraç edildi. Bu dönemde, çoğu dindar insanlar, irtica yaftası ile mağdur edildi.
Bu süreçte, “demokratik, laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı davranarak, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ve millet egemenliği ilkelerini çiğnediği ve irticai faaliyetlerin odağı olduğu” gerekçesiyle, Refah Partisi (RP) ve Fazilet Partisi (FP) kapatıldı.
Mevcut demokratik yönetim irtica ile ilişkilendirilerek, militan laik cumhuriyetin, demokratik cumhuriyetçi iradeye karşı korunması adı altında, demokrasi katledildi. Bu kıyımdan, Karamollaoğlu’nun o dönemde içinde yer aldığı RP ve FP’liler çok zarar gördüler.
28 Şubat’çılara Dokunulması
28 Şubat sürecini yaşatan demokrasi gaspçıları hakkında ceza davalarının açılması üzerine, bazı vesayetçiler, “ordunun en üst kademesinde görev yapan bu kişiler, bu şekilde cezalandırılmamalı” şeklinde cuntacılara göz kırpan açıklamalar yaptılar.
Bu açıklamalar, vesayetçi yönetimlerden siyasi ya da duygusal olarak nemalanan kesimlerden gelmesi beklenebilirdi. Fakat vesayetçilere yönelik koruyucu açıklamalar, 28 Şubattan en fazla zarar gören kesimde yer alan birinden gelince tuhaf karşıladım.
Diğer yandan, 28 Şubatta yaşanan vesayetçi darbe, münferid bir hadise değildir. Bu hadise, daha önceleri bir kısmı doğrudan, bir kısmı da dolaylı olarak gerçekleşen vesayetçi müdahalelerin önemli bir halkasıdır.
Önceki yıllarda demokrasiyi katledenler hakkında hiçbir hesap sorulmadığı, yargılanarak cezalandırılmadıkları için, vesayetçi paşalar ve sivil görünümlü destekçileri, sürekli demokrasiye son vermek için fırsat kolladılar.
Hırsız ya da Gaspçı-Darbeci Benzetmesi
Karamollaoğlu’nun vesayetçileri sahiplenen sözlerine ilişkin şu benzetme yapılabilir:
Adam gidiyor, bir başkasının 500 tane koyununu çalıyor. Hakkında hiçbir yargısal işlem yapılmıyor. Hatta çok iyi yaptın türünden bazı etkili çevrelerden destek sözleri geliyor.
Aynı adam bir müddet sonra, 1,5 milyar TL sermayeli bir şirkete el koyarak gasp ediyor, sahiplerini kovuyor. Yine taltif alıyor, yine cezalandırmaya maruz kalmıyor.
Sonra, yaptıkları gaspların, soygunların hiçbirisinden hesap sorulmadığı için, hırsızlık ve soygun işini daha ileri merhalelere taşıyarak sürdürmeye devam ediyor.
Birden, bu ülkede hukuk olduğu, hırsızlık ve soygunların suç olduğu belirtilerek, hiç olmazsa son yaptıkları hırsızlıkların cezalandırılması yönünde yargılama ve cezalandırma yoluna gidilince, bazı çevreler, yapılan cezalandırmalara tepki olarak şunu demek istiyorlar:
“Her ne kadar bu hırsız ya da gaspçı kişi yaptıkları çok büyük hırsızlık ya da gasp da olsa, bu şekilde cezalandırılmalarını içimize sindiremiyoruz”.
Yani “karışmayın, hırsızlıklarına devam etsin, belki bazı tepkiler sebebiyle zamanı geldiğinde, akıllanır, hırsızlık ve gasp işinden vaz geçebilir” demek isteniyor.
Bu benzetmede dile getirilen zihniyet ile geçmişte ülkemizde yaşanan demokrasi gaspçılarının ödüllendirilmesi ya da cezalandırılmaması yönündeki uygulamaların sürdürülmek istenmesi çabaları arasında çok bir fark yoktur.
Hatta demokrasi gaspçılarının verdikleri hak mağduriyeti, yukarıda sözünü ettiğim hırsızlık ya da gasp failinden çok daha tahripkârdır. Çünkü hırsız ya da gaspçının mağdurları, sadece malları gasp edilen ya da çalınan kişidir. Oysa demokrasiye son verenlerin mağdurları toplumun tamamıdır. Bu sebeple, darbeciler, tüm milletin iradesini ve yönetim hakkını gasp etmiş oldukları için, onlardan tüm milletin hakkını ihlal fiilinin hesabının sorulması gerekir.
Hakkı gasp edilmeyen bir kişi, başkasının hakkını gasp edenlerin uzun süreli hapse atılmalarını hoş görmeyebilir. Ama en çok mağdur olan kesime mensup biri bu hazımsızlığı gösteriyorsa, “celladına aşık olmak” gibi çarpık bir durumun varlığından söz edilebilir.
Bir kişi münferit olarak, kendisine karşı yapılan bir haksızlığı hazmedebilir. Ama topyekün bir milletin uğradığı bir haksızlığın, sanki sadece kendisine yapılmış gibi cezalandırılmamasını istemek, haksızlığa uğrayanların hukukuna tecavüz etmektir.
Zaten, bazı suçlar hariç, kişinin şahsına yönelik yapılan suçları affetme ve yargılamayı durdurma yetkisi kişilere hukuki bir yol olarak verilmiştir.
Ama hiçbir kimsenin, bir başkasının uğradığı haksızlıkları, cinayetleri affetme, bu fiillerin cezalandırılmaması gerektiğini söyleme yetkisi yoktur. Böyle bir hakkın tanınması, adaletsizlik ve haksızlıkların korunması, en azından bu suçluların layık oldukları cezalarla cezalandırılmamaları gerektiğini savunmanın meşrulaştırılması neticesini ortaya çıkaracaktır.
Burada darbecilerin cezalandırılmamaları yönündeki talepler, Peygamber Efendimizin,
“Vallahî, hırsızlığı sabit olan Mahzum kabilesinden Fatıma değil, kızım Fatıma bile olsa, ayrım yapmaz ve cezasını verirdim!” şeklindeki adalet anlayışı ile de çelişir.
Burada, Peygamberimiz döneminde, Mahzumoğulları kabilesine mensup soylu bir kadının yaptığı hırsızlık sebebiyle, kabilesinden olan bazı kişilerin, soylu bir aileye mensup olduğu için bu kadının cezalandırılmaması yönünde sergilenen çaba ile 28 Şubatçıların cezalandırılmasına karşı olmak arasında bir fark yoktur.
Muhafazakâr kimliği baskın bir Partinin Genel Başkanının, vesayetçi kudretli paşaların cezalandırılmamaları yönündeki talepte bulunması, çok daha çelişik bir duruma sebep olmaktadır. Yani “peygamberliğine iman ettikleri Hz. Muhammed, her ne kadar öyle dese de, yine de onun sözlerine aykırı şekilde bu kişiler cezalandırılmasın” denmek isteniyor.
Nihai Değerlendirme
İyi ki, 12 Eylül cuntacıları (gecikmeli de olsa) yargılandılar. Cuntacılar haklarında açılan ceza davaları devam ederken öldükleri için dava konusuz kaldı ise de, bu davaların açılmış olması önemlidir. Bu, demokrasi yanında tutum almaktır.
Benzer durum, 28 Şubatçıların yargılanması açısından da söz konusu. 28 Şubatçıların, 12 Eylül cuntacılarından farkı, bunların hala yaşıyor ve cezalarını da çekiyor olmalarıdır.
Vesayetçi darbecilerin etkin bir şekilde caydırılabilmeleri için, önce bu eylemleri gerçekleştirenlerin, rütbelerine ve yaşlarına bakmaksızın yargılanmaları ve layık oldukları cezalara uğramaları gerekir.
İkincisi, darbecilere destek verenler, demokratik irade tarafından geriletilmelidir.
Üçüncüsü, askerlerin demokratik sisteme müdahale etmelerini mümkün kılan bütün çıkış garantilerine son verilmelidir.
Vesayetçi otoriter militan laik cumhuriyetçilerin vesayetçi gasp teşebbüslerine karşı, din ve vicdan hürriyetinin, en az siyasi düşünce hürriyeti kadar tam güvencede olduğu demokratik pasif laik cumhuriyet taraftarlarının, demokratik usullerle, demokratik cumhuriyete sıkı bir şekilde sahip çıkmaları gerekir.
Kısaca belirtmek gerekirse, sahipsiz demokrasinin askeri vesayetçiler tarafından gasp edilmesi mukadderdir, demokratik cumhuriyetçilerin rejimlerine sahip çıkmaları halinde, vesayetçi cuntacıların hüsrana uğramaları hak ve muhakkaktır.