Yunanlıların Pontus Hayalleri...
Bugün özellikle doğu ve güney bölgelerimizde güvenliğin kalmadığı, PKK ve IŞİD terör örgütlerince sınırlarımızın adeta yolgeçen hanına çevrildiği yönündeki haberlerle sarsılmaktayız. Milletimiz kan ağlamakta..
Bu acınacak durumumuz, AKP iktidarının başındakilerin yanlış politikalarının, PKK ile başlattıkları çözüm süreci saplantılarının, Barzani’yle yakınlaşmalarının, bir zamanlar yakın dost bilip sarmaş dolaş oldukları Esat’ı, sonradan devirme kararı alarak IŞİD’e her türlü desteği vermiş olmalarının doğal sonucudur.
Yani kısacası ülkenin pek çok yerinde bayraklarımızın indirilip yerlerine bezlerin asıldığı bu acıklı durum AKP’nin eseridir ve sorumlusu da onlardır. Buraya kadar tamam..
Ancak bu arada geriye dönüp tarihimize baktığımızda şöyle bir gerçekle daha karşılaşırız: “Devlet olarak, komşularımızın bu tür düşmanlıklarından ne zaman kurtulabildik ki..
Bence bu hali pürmelalimiz, her şeyden önce coğrafi konumumuzun doğal sonucudur.. Hatta bu konuda şöyle bir değerlendirme bile yapabilirim: “Dünya üzerinde; çevresi, komşusuna dost gözü ile bakmayan devletlerle çevrilmiş bulunan başta gelen millet biziz..”
Evet, komşularımızla olan savaşlarımız ve düşmanca ilişkiler, tarihimizin hemen bütün dönemlerinde durmaksızın süregelmiştir.
Kuzey komşumuz Rusya, Akdeniz’e inme ve o coğrafyaya sahip olma hevesinden hiçbir zaman vaz geçmedi.. Hatırlarsınız, 93 Harbinde Rus Orduları doğudan İç Anadolu’ya, batıdan İstanbul kapılarına dayanmıştı. O zaman 3 Mart 1878’de imzaladığımız Yeşilköy(Ayastefanos) Antlaşmasının bütün teslimiyet şartlarını kabul ederek kendimizi kurtarabilmiştik..
Hemen akabinde Ruslar, Balkanlara tam egemen olmak için, Balkan Devletlerini aleyhimize kışkırtıp onları bir araya topladılar ve bize saldırttılar. Balkan Harbi sonucunda Balkanlar ve Trakya da elimizden çıktı.. Bulgar Ordularını ancak Çatalca hattında durdurulabildik.. Bir diğer Ordumuz ise Yunanlılar’a savaşmadan teslim oldu.
Doğudaki komşumuz İran’la ilişkilerimiz ise hep aynı.. Onlarla mezhep farklılıkları yüzünden hiçbir zaman tam dost olamadık. Bugün yolgeçen hanına dönmüş olan güney sınırlarımızda Suriye ve Irak’taki, Arap ve Kürtlerle düşmanca ilişkilerimiz hep süregeldi.
Balkan Harbinin ardından başlayan I. Dünya Savaşı hezimetimizi noktalayan Mondros hükümleri gereği silahlarımızı teslim alan galipler, vatan topraklarımızı aralarında bölüştüler.. İngiliz, Fransız, İtalyan vatanımızda istedikleri yerlere girip işgal ettiler. Musul’u entrikayla ele geçiren İngiliz, Samsun ve Merzifon’a asker çıkarıp Kars’ı aldı.. Ve sonra Kars’ı Ermeniler’e verdi..
Fransızlar, Adana, Mersin, Maraş, Antep, Urfa’yı işgal ettiler. Bu işgallerde de Ermeni hainlerini uşakları gibi kullandılar.
İtalyanlar Antalya, Bodrum, Marmaris, Fethiye’den girerek, Konya’ya yerleştiler.
Böylelikle Yunan’a da Anadolu işgalini başlatma şansını hazırlamış oluyorlardı.
Milli Mücadelede Yunanlıların Anadolu’da ilerleyip Ankara kapılarına dayanışları.. Ermeniler’in Doğu Anadolu’da işgalci Ruslar’a yardım ve yataklıkları, Türk askerine yaptıkları kalleşlikler.. Ayni satılmışlığı Adana, Mersin, Maraş, Antep, Urfa işgalleri sırasında Fransızlar’a yapmış olmaları, kısacası bütün bunlar okuryazar her Türk vatandaşının bildiği gerçeklerdir.
Onun için ben daha ziyade o dönemlerin az bilinen olaylarını ele almak istiyorum. Yani milletçe can derdine düştüğümüz Milli Mücadele günlerimizdeki Yunan, Ermeni, Arap hainlerinin işgalci düşmana yardım ve yataklık teşkil eden hıyanetleri üzerinde duracağım..
Mesela Yunanlılar.. Milli Mücadele döneminde Yunanlıların yalnız İzmir’den Anadolu’ya çıkıp Ankara’ya doğru ilerlemekle yetindikleri mi sanılıyor?
Hayır.. Bugün hala Türk’e düşmanlıklarını Kıbrıs’ta kusmakta olan ve Türk’ü yavru vatan Kıbrıs’tan atmaya çalışan Yunanlılar, Doğu Anadolu’da da o dönemlerde Pontus entrikası çevirmişlerdi.
PONTUS AYAKLANMASI (1919-1923)
Ben bu konuyu Milli Mücadelede İç İsyanlar(*) isimli kitabımda şu satırlarla özetlemiştim:
“I. Dünya Savaşından mağlup çıktığımız çaresizlik günlerimizde, memleketimiz dört bir yandan İtilaf Devletlerinin işgaline uğrayınca, asırlardır içimizde yaşayan Osmanlının “teba-i sadıka” dediği Ermeniler ve Rumlar da vatanımızdan toprak kapma, o topraklar üzerinde kendi devletlerini kurma hevesine kapıldılar.
Yunanlıların görünürdeki amaçları, ülkedeki Rum azınlıkların korunması şeklinde sunuluyordu.. Bunu da Patrikhane’nin kurduğu Mavri Mira’cılar ve Etniki Eterya’cılarca kamufle etmekteydiler. Ama asıl amaçları çok daha genişti. Pontusçular, Batum'dan
İnebolu’ya kadar Karadeniz bölgemizi ve Sivas'a kadar Anadolu topraklarımızı içine alan bölgelerde bağımsız Pontus Rum Devleti kurmak istiyorlardı. Hatta becerebilirlerse Trabzon, Rize, Giresun, Samsun, Kastamonu, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane, Erzincan şehirlerimizde de Rum bayrağını dalgalandıracaklardı.
Nitekim 93. Harbi döneminde kurdukları çetelerle Ruslar’a yardım ve yataklık yapmışlardı. I. Dünya Savaşı sırasında da Rum çetecileri Türk köylerini yakıp yıktılar. Mondros Mütarekesinin hükmü gereği ordularımız terhis edilip, buralarda hükümet otoritesi tamamen yok olunca işleri daha kolaylaştı. Hele İngiliz kuvvetleri Karadeniz’de Samsun’a, Kastamonu’ya asker çıkarınca bölgedeki silahlı Rum çetelerine tam fırsat doğmuştu. Her yere haince saldırdılar, yüzlerce Türk’ü öldürdüler, kadınlarımıza, kızlarımıza tecavüz ettiler, köylerimizi, camilerimizi yakıp yağmaladılar.
Millî Mücadelemizin başladığı dönemde Pontusçuların silahlı kuvvetleri 25 bin kişiyi bulmuştu.. Plânlarına göre Samsun, kuracakları devletin başkenti olacaktı.. Yâni Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu Mustafa Kemal Paşa’nın kurtuluş ateşimizi yakmak üzere Anadolu’ya ayak bastığı Samsunumuz başkentleri olacaktı!..
Rumlar bu çarpık hayâllerinin peşinden 1919'dan 1923'e kadar koştular.. Ama sonunda tabii avuçlarını yaladılar. Dönemin Merkez Ordusu komutanı Sakallı Nurettin Paşa Pontus isyanını bastırdı. Yoksa bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın keklik uçurduğu Güneysu dağlarında falan Yunan bayrağı dalgalanacaktı.
Ama isterseniz Pontus konusunu şimdi burada kesmeyeyim.. Meclis Zabıtlarında yer alan Pontus müzakerelerini de birkaç satırla hatırlatayım:
19 AĞUSTOS 1922, BİRLEŞİM: 87(**).
Emin Gevelioğlu(Samsun milletvekili konuşuyor): “Pontus, Paris’te Süprant sokağında 24 numarada Genel Merkezi bulunan bir örgüttür. Şu haritada gördüğünüz üzere; Zonguldak’tan başlayarak Batum’a kadar, yani Karadeniz kıyısındaki Zonguldak, Sinop, Samsun, Trabzon, Gümüşhane şehirlerimizle, içerde Yozgat, Çorum, Amasya, Tokat ve Sivas’ı da içine alan bölgede Pontus Rum Cumhuriyetini kurmayı amaçlamaktadır. Bu örgüt 1914’ten beri çalışmaktadır. Bizim Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerimizi kopya etmişlerdir. İllerde Merkez Heyetleri, İlçelerde İdare Heyetleri, İstanbul’da da Genel Merkezlerini kurarak örgütlenmelerini tamamlamışlardır. Buna göre her yerel Heyet bölge onbaşılarını seçer. Onbaşı da kendi bölgesinde on genç seçer. 20 yaşın üzerindeki her gence silah dağıtılır. Onbaşılar, gençler ve bütün görevliler, İncil’e el basarak şöyle yemin ederler: İsa’nın adına sır tutacağıma, verilen emri harfiyyen yerine getireceğime, yanlış yaparsam verilecek cezaya uyacağıma.. yemin ederim. Örgütün silahları fakir ve yoksullar dışındakilerden sağlanacaktır.
… Bu örgütlenmenin en başında Trabzon Metropoliti, sancak ve ilçelerde de Kiliselerin rahipleri bulunmaktadır..
Örgütün Müslümanlara da dağıtılan bir Bildirisinde şu satırlar da yer alır: “Karadenizli Hemşerilerimiz, sizler de İstanbul’daki Hükümetin zalim idaresi altındasınız. Bizim amacımız Rum ve Türklerin bir aradaki egemenliğidir. Cumhuriyetimizde Cumhurbaşkanı bizden, yardımcısı sizden olacaktır.”
Yani bütün Karadeniz illerimizi içine alan Pontus Rum Cumhuriyetini kuracaklar, Trabzon Metropoliti Cumhurbaşkanı olacak.. Yardımcısı ise Türk..
(Hatırlarsanız, Rumlar bu planlarını o zaman Anadolu’da uygulayamadılar ama sonraki yıllarda Kıbrıs’ta gerçekleştirdiler. Başpiskopos Makarios Cumhurbaşkanı, yardımcısı da Fazıl Küçük olmuştu.)
1922 yılındaki Pontus gensorusu müzakeresinde Mehmet Rıfat Bey (Arkun, Tokat) da konuşmasında şu bilgileri eklemişti: “Sekiz aydan beri Pontus meselesi için başvurmadık yer bırakmamıştık. Başkomutana başvurdum, gruplara önerge verdim. Uzun uzun meseleyi anlattım. Rumlar niçin boş bırakılıyor dedim, fakat dinletemedim. Çok şükür sonunda Meclis bugün, mesele ile ilgilendi, teşekkür borçluyum. Rumların yaptıkları kıyım ve işkencelerden söz etmeyeceğim.. Son aldığım mektupta bir köyü basmışlar. Bucak müdürü korkudan gitmemiş. Hükümet görevlileri de gidip şehit edilenleri belirlemekten korkmuşlar. Zaten Rumlar bir yere ayak basmışlarsa Hükümet görevlileri oraya gitmez. Ne savcı, ne jandarma, ne hiç kimse.. Ölüler orada yığın halinde durur, çürürler, kimse bakmaz. Yalnız bugün değil, beş yıldan beri oralarda durum böyledir..”
Ne düşündünüz? Acaba bugün güneydoğumuzda da manzara aynı mı dediniz? O halde o günün yokluklar ve olanaksızlar Meclisinde söylenmiş olan yukarıdaki sözlerin ışığında, bugünkü Meclisimizin PKK ve IŞİD meselelerine karşı tavrını, güvenlik ve yargı görevlilerinin tutumlarını bir kere daha değerlendiriniz.. diyerek yazımı noktalıyorum. Tarihimizdeki Yunan, Ermeni ve Arap hainliklerini ilerleyen günlerde ele almağa devam edeceğim.
(*) Milli Mücadelede İç İsyanlar/Yalçın Toker/Toker Yayınları, Kitap: tokeryayinlari.com Tel 05353199349. e-KİTAP: kitap@dr.com.tr ww.ttnetkitap.com/yayinevi/detay/yayinevi/447
(*) Atatürk Muhaliflerinden Portreler cilt-4/Yalçın Toker/Toker Yayınları Kitap: tokeryayinlari.com Tel 05353199349. e-KİTAP: kitap@dr.com.tr ww.ttnetkitap.com/yayinevi/detay/yayinevi/447