YAZ GAZETECİ YAZ
12/23/2019
Ahmet Hakan’ın kedisi Sekter
12/16/2019
İLK YAZI
12/9/2019
Temiz, düzenli bir yalnızlık için bahane arar bazen insan. O yalnızlığın uçsuz bahçesinde, ya da dümdüz pürüzsüz ovasında çaresini bulur fazlalıklarının. Temiz yüzlü, bilge bir yalnızlık devası olabilir bazı fenalıkların. Bir iddia ya da restleşme olmayabilir bu arzu..
Seslenmeden kimseye, usul ve naifçe ilişilen bir köşede; kanepe, bank, üzüm kasasının üstü ya da bir sarayın buğulu penceresinde.. İki, üç, beş kat aşağı inmek ister yalnızlığıyla oynaşan, korkmadan onun muhtemel karanlığından. Ancak böyle bir zamanda ve bu köşede korkulmaz ya karanlıktan.
Buğulu her cam, kalbinde misket çatlağı kadar da olsa kırıklık taşıyan herkeste yalnızlığı çağırır. Ekseriyet ev çizilir işaret parmağıyla; kalp, ağaç, ya da sevdiği şairin sevdiği bir dizesi. Camın buğusunda her kim işaret parmağını fırça yaptıysa ve her neyi çiziyorsa kendini işler aslında çiziktirdiği buğulu cama. Yedi yaşında bilinmez bir yolculuğa çıkıp, en yakın yatılı bölge okulunun nizamiyesinde babasının avuçlarından sıyrılıp, her hangi bir koğuşun ranzasından uzanan çocuk da, postanede sırasını bekleyen eli bebeli kadın da, mühim bir toplantıya ara verip, kendini oracıkta bulan Devlet Başkanı da asıl resmini çizer o derin buğa…
Yazdıkları, ya da çizdikleri hep birbirine benzer. Tarifsiz hüzünler işlenir o cama.
O buğulu cam.. İnsanlar ne parkta, ne devlet dairesinde, ne tarlada, ne evde, ne sinema salonunda, ne ekmek sırasında, ne de selamlaşırken yakındır birbirlerine cam buğunda birleştirdikleri işaret parmakları kadar. Güvercinden, dumandan, telefondaki sesten, ışıktan daha hızlı ve derin varır varması gereken yere. Hasret, pişmancalık, öfke ya da adı sanı her neyse…
Sönük kalan yerleri sıcak nefes takviyesiyle pekiştirmede hiçbir mahsur yok elbet. Renksiz, gölgesiz üç beş parmak darbesi bir tablo misali izlenir. Bir iki kadeh sarıldıysa buluşmadan evvel ayrılmak zor gelebilir. Dikkat edilmelidir, gözler cama öykünebilir.
Bazı hüzünler çizerek, bazıları silerek resmedilir; parmak ucuyla, cam kenarında, buğ’da…
Dünyanın en buğulu camıdır İstanbul. Hüznün cüzzamlısını, sevincin kırk sekiz rengini, gırtlağına varana kadar aşk’ın ta kendisini çizebileceğin yegâne camdır o, şiirleri çoktan yazılı. ‘İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık’ yazmış Nazım o camın buğuna, karanlığına çay demleyesin gelir. Orhan’ım nasıl dinlediyse gözleri kapalı, tutup kolundan küslüğünün, barışasın gelir. Yahya Kemal hangi tepeden baktıysa o aziz İstanbul’a ‘Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan’ diye çiziktirmiş camına. Yumarsın gözlerini de, kirpiklerin tel tel titrer, içine tarifsiz bir ferahlık gelir. Necip Fazıl’ın çizdiği kısmına da bakmalı İstanbul denen buğulu camın.. ‘Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar / Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar’ derken deşileceğinden haberi yoktu elbet o toprağın..
Deşilecek ihtimal o toprak yakında…
Deşmek kolay iş; varsa para halledilir. Yoksa deftere yazdırılır, aybaşında ödenir. O da olmazsa ‘Al şu işi. Yap, işlet, devret.’ denir.. Hasılı toprak deşilir, deniz denizle bir daha bir daha birleşir; çalışılır kârdan ödenir birleşir, keseden verilir birleşir… Eninde sonunda istenirse mutlak deşilir toprak, bir daha birleşir bir karasu öteki karasuyla..
Ya insan? Ya biz? Bir miyiz biz? Kardeşlik kanallarımız tastamam mı?
Kim ne malûmat verir bu ahalinin ahvaliyle alakalı, ne der, huzuruna ne sunar hiç bilmem. Reis, bir gün çekip tebdili kıyafetlerini, giriversen ya şu ahalinin arasına. Kimsecikler tanımadan ama… Girsen ya Sincan pazarına, Etimesgut, Elmadağ, Çankaya, Şaşmaz oto sanayii, Keresteciler, Ostim… Adımlasan ya bir bir...
İlişirse gözlerin dükkân kirasını denkleyemediği için kıvranan Resul ustaya, şaşırma, o hep öyle. Çek senet yazdırmak köşedeki büfeden tost sipariş etmek gibi sıradan bir iş oldu çarşı esnafına, dert etmiyorlar artık. Kalfayla çırağın haftalığından gayrı ekmek parası kaldıysa keyfi beyde yok Tornacı Memed’in. Adres soran yabancıya bildiği adresi tariflemiyor artık Bülent ağbi. Füsun abla emeklilikte yaşa takıldı / olunca alıp başını gidecek buralardan yerleşecek bir sahil kasabasına. Şimdilik annesinin yanında.. Kırk fukaranın karnını doyuracak Remzi ağbi loto vurunca, bir de üstüne yeni esvap alacak. Çocuklar bir iki lirayla gidiyor okula… Bunlar dosyalardaki istatistikî verilerde yazmıyordur belki..
Ama bakarsan bu da kolay iş, altından kalkılmaz mı? Kalkılmaz değil.. Elbet hallolur / halledilir.
Yalnız Reis, göreceksin çekince tebdilini; duvara harç vuranı, terazide elma tartanı, tornacısı, tesviyecisi, çatıcısı, nalburu, terzisi, çırağı, kalfası, ustası… Alayı mutsuz.. Ayrı düştü ahali, küs, huzursuz.. Selam verilmez, verilirse alınmaz oldu bu mahallede Reis..
İşte bence sen buna içleneceksin asıl. Ve bence derin bir iç çekip,
‘Çek’ diyeceksin şoför ağbiye: ‘Külliyeye…’
Külliyenin Atatürk Orman Çiftliğine manzaralı buğulu bir camına yaklaşıp ‘ben gelmedim dava için / benim işim sevgi için / dostun evi gönüllerdir / gönüller yapmaya geldim.’ yazacaksın.
Yaz bunu Reis.
Birleştir bizi; stadyumda, çarşıda, pazarda, mahallede, camın buğunda birleştir..
Rayen 28 Aralık 2019 Cumartesi 12:11
|