Ahmet Hakan’ın kedisi Sekter
12/16/2019
İLK YAZI
12/9/2019
Doksanlı yılların başına çocukluğum yetişti, ilk gençliğim de sonuna… Bu güne nazaran çok eksiği vardı o yılların, bugün olan çok şey yoktu o zaman.
Çevirmeli sabit telefon vardı, bir numarayı bir buçuk iki dakikada ancak arayabilirdik. Walkman vardı, kaset vardı, tetris vardı, edi ile büdü vardı. Bilgiye ulaşmak şimdiki kadar kolay değildi, Meydan Larousse vardı. Telefon rehberi yoktu altın rehber vardı, önce sevdiğin kızın babasının adını soyadını öğrenirdin, sonra altın rehberden telefon numarasını, adresini… Üst düzey teknolojik yazılımla donatılmış hesap makineli saat vardı. Masa üstü hesap makinesine rakamlarla ‘leblebi’ yazabiliyorduk mesela. Çocuklar rahatlıkla komşuya, sokağa emanet edilirdi o zamanlar; misket vardı, körebe, saklambaç, minyatür kale maç… Mektuplaşma bitmek üzereydi, ama vardı yazan. Yılbaşı kartları vardı, karlar içinde bir ev, kızak, geyik, sincap, tavşan.. Elektrikli battaniye vardı, yanılmıyorsam Sümerbank’ tan almıştık, kapısına asma kilit geçirilmemişti, Sümerbank vardı..
Hamburger yoktu, varsa da bize denk gelmedi, ekmek arası şekerli yoğurt vardı. Belki şaşıracaksınız ama o zaman Devletin şeker fabrikaları vardı, Rusya’dan ithal etmiyorduk daha.
Süper baba, bizimkiler, çiçek taksi, kaygısızlar, bir demet tiyatro, sıdıka vardı. O enfes dizi ikinci bahar apartopar sonuna yetişti doksanların, kirleneceğimizi sezmişti belli ki; şimdiki gibi ekranın her yerinden silah fışkıran mafya dizileri yoktu.
Yerel radyolardan sıradaki şarkıyı hediye edebileceğimiz canımızdan çok sevdiğimiz birileri vardı. Mahalle bakkalımız vardı, veresiye defteri, nayloncu, çekirdekçi Hayati… Çamaşır mandalı, keçiboynuzu, kırık leblebi satan seyyarlar vardı. TRT’de çıkardı her Pazar ressam Bob Ross, ‘Belki şurada sevimli bir kelebek vardır, ha ne dersiniz’ derdi. Üç korner bir penaltı ederdi.
Toplum kutuplaşmamıştı, rahatça selam alınır verilir, yolda kalmış araba itilir, pazar poşetlerine el atılırdı. Yollar tek şeritti, Şereflikoçhisar’dan geçen yolun adı E 5 ti o zaman, bir Aralık ayında kapanmıştı kardan tipiden. Mahsur kalanlar; çoluk çocuk, kadın, ihtiyar kim varsa hiç tanımadıkları hanelere bir saat bile sürmeden yerleştirilmişti, itimat vardı. Tansu Çiller Başbakan’dı, 96 yılında Kardak kayalıkları krizi çıkınca komünist Rıza kahvede sıkıp yumruklarını, ‘Milli meseledir bu, bu kadının arkasında duracağız!’ demişti, birlik beraberlik vardı.
Çoktu eksiğimiz, ama pek kıymetli fazlalarımız vardı.
Siyasiler toplaşır bir masanın etrafına yaptıklarını yapacaklarını anlatırdı, tartışma vardı, nezaket vardı, espri vardı. Sadece karikatürde demezdi adam karısına ‘millet aç aç!’ diye, gazeteciler de derdi karşı koltukta oturan her kimse.. Uğur Dündar vardı (hala var, çok yaşasın) Mehmet Ali Birand vardı ‘Bu enerjinizi neye borçlusunuz efenim’ diye abuk sabuk sorular sormazdı.
Düzdü yazıları, konuşması sıkıntılı.. Hatta mizahı bile yapılıyordu ömrünün son demlerinde, gülüyordu o da. Ağzı laf yapan, tumturaklı yazdığını sananlardan değildi; bildiğin düz, dümdüz bir gazeteciydi. Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Abdi İpekçi, İlhan Selçuk ve sayamadığım daha nicesi, bunların hepsi düz, dümdüz gazeteciydi. Bu kadar az gazetenin, televizyon kanalının olduğu o dönemlerde bu kadar düz kalabilmek aslında bir erdem değil, olması gerekendi. Bu kadar çok gazetenin, envai çeşit televizyon kanalının olduğu bu dönemde dümdüz olamamak, korkmak, sağdaki ya da soldaki muktedire yaranmak neyin sebebi? Bu gazetecilik mi?
Bir taraf uçağa binmek için kırk takla atıp, en yakından girmeye çabalarken kadraja, öbür taraf da milyonlarca insanın oyunu almış memleketin legal yollarla başına geçmiş Başbakan’ına ‘Tayyip’ diye sesleniyordu yakın zamana kadar manşetlerinden.
Hiç birinin ötekinden farkı yoktu son kertede, hepsi birdi beraberdi madalyonun öbür yüzünde.
Hürriyetten yakın zamanda 42 basın emekçisi kovuldu. Buna çıtını çıkarmayan / çıkaramayan ‘gazeteciler’ tartışma programlarında ağızlarını köpürte köpürte gazetecilik ahkâmı kesiyor, birbirine laf beğendiriyorlar.
Eskiden diyorduk değil mi? Hayâ vardı, konuşurken ölçüp biçme, tartma vardı..
Hiçbirinin halkın objektif haber alma arzusu umurunda değil, herkes kendi kişisel ihtirasının, ikbalinin derdinde. Bu sebeple zaten o koca koca holding gazeteleri artık okunmuyor, dev televizyon kanalları izlenmiyor. Verdikleri haberin hiçbir değeri yok, muteber değiller artık. İnsanlar sosyal medyada arıyorsa gerçek gündemi, gazeteciler kendilerine yeni bir iş beğenmeli.
Ekonomik sorunlar bu coğrafyanın kaderi değil, ama hiç bitmedi, aşılamadı bu sorun. O zaman da gelir dağılımında adaletsizlik vardı şimdi de. Halk TV’ye sorarsan Uganda’dan daha beteriz, A Habere kalırsa Amerika’dan halliceyiz, dünya bizi kıskanıyor. İkisini de izlemiyorum, en son izlediğimde birisinde hortum reklamı vardı diğeri ‘Ver mehteri’ diye bağırıyordu. Doğruyu olduğu gibi, hesap yapmadan aktaran kaç tane televizyon kanalı ya da gazete var?
İşsizlik aldı başını gitti, tütün içiyor millet. İçki tüketenler evlerine kendi mini tesisini kurdu, imalatına başladı, doğalgaz ithalatı azaldı, tüketemiyor kimse, araç kullananların gözü yakıt göstergesinde…
Neyse neyse, ne diyordu Mahzuni?
Bankada parası olan kulları yazma
Onlara aldanıp yolundan sapma
Şehirde asfalt geçen yolları yazma
Bir de bizim köyden eşşek geçmeyen yolları
Yaz gazeteci yaz.
Nedim Türkoğlu 29 Aralık 2019 Pazar 00:26
|