Ege ve Marmara Bölgesinde geniş bir alanda hissedilen 6.6 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. İzmir’de birçok bina yıkılırken arama kurtarma ekipleri ölümle yaşam arasında mücadele veren depremzedelere ulaşmaya çalışıyor.
Tüm Türkiye’nin kalbi İzmir’den gelecek haberlerle birlikte atarken, bölgeden gelen enkaz görüntüleri yürekleri bir kez daha yakıyor.
1999 Gölcük depremi sonrasında “Deprem öldürmez, bina öldürür” sözleriyle akıllara kazanan “Deprem Dede” Ahmet Mete Işıkara’nın uzun yıllar boyunca işaret ettiği acı gerçek yalnızca deprem süreçlerinde akıllara gelirken, “binalar bizi niçin öldürüyor” sorusu da yakıcı keskinliğiyle karşımızda duruyor.
JAPONYA’DA BİNALAR YIKILMAZKEN TÜRKİYE’DE NEDEN YIKILIYOR?
Dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki geçtiğimiz yıllarda gerçekleştirdiği bir konuşmada özeleştiri veriyor ve “işimizi hakkıyla yapamadık” diyerek Japonya’da depremde binaların yıkılmadığını söylüyor ve Türkiye’de yapıların çökme nedenini sorguluyordu.
Eski Bakan Özhaseki’nin “kader diyerek geçiştiremeyiz” dediği coğrafyamızın acı gerçekliği olan depremin sebeplerini ve sonuçlarını nesnel bulgularla izâh etmeye çalışan bilim insanları çarpık kentleşmeye ve statikten yoksun yapılaşmaya dikkat çekiyorlar.
Prof. Dr. Naci Görür, Ekrem Açıkel’e yaptığı açıklamalarda mevcutta yürütülen kentsel dönüşümün deprem felâketinin etkilerini azaltmak yerine “rantsal dönüşüm”e kurban edildiğini söylüyordu.
STATİKTEN YOKSUN YAPILAR YERLE BİR OLUYOR
Depreme karşı alınan önlemlerin yetersizliği her depremde yeniden karşımıza çıkıyor. Van ve Elazığ depremlerinin ardından İzmir’de de kullanım alanını genişletebilmek için kolonların kesilmesi, kirişlerin kolonlardan daha kalın yapılması, mühendissiz ve statiksiz yapılaşma ürünü binaların yerle bir olduğu görüldü.
99 yönetmeliğine kadar deniz kumu kullanılarak inşa edilen ülke genelindeki birçok yapı ise yine güvenli olmaktan uzak bir şekilde karşımıza çıkıyor. Her dönem yönetim kadroları ise yurt genelinde yapı stokunu iyileştirmeyi önceliklerine almak yerine kaçak binaları ‘İmar Barışı’ ile affedince malî açıdan devlete yeni bir girdi olsa da ne yazık ki bu düzenleme büyük facialara kapı araladı.
Aktif bir deprem kuşağı üstünde bulunan Türkiye’de ülke genelindeki konutların yüzde 44’ü 1’inci derece, yüzde 25’i ise 2’nci derece deprem bölgesinde bulunuyor.
RUHSATLI YAPILAR DA RİSK TAŞIYOR
İmar Affı Komisyonda yer alan kimi jeofizik mühendisleri, 12-13 milyon konutun kaçak yapı kapsamında olduğu, ülke genelinde mülkiyet ve imar sorunu olan ruhsatsız yapıların yanında, ruhsatlı fakat imar mevzuatına aykırı olarak eklentileri olan tüm yapılar af kapsamına alındığını açıklayarak tehlikenin boyutlarına işaret etmişlerdi.
Özhaseki İmar Barışı sürecinde yaptığı açıklamada Türkiye’de toplam 26 milyon 358 bin yapı stoğu olduğu belirtilmiş ve bu yapıların yüzde 70’e yakın kısmının imar ve iskan kurallarına uygun olmadığını açıklanmıştı.
İstanbul Kartal’da çöken Yeşilyurt Apartmanının da İmar Barışı’ndan yararlanmış olduğunu göz önünde bulundurursak karşımıza oldukça çarpıcı bir gerçek çıkıyor.
Bununla birlikte yurt genelindeki milyonlarca yapı, İmar Affı vesilesiyle, yalnızca sahiplerinin beyanı ve yaptıkları ödemeler doğrultusunda denetimsiz bir şekilde ‘Yapı Kayıt Belgesi’ aldı.
Bu binaların olası bir İstanbul depreminde ne durumla karşı karşıya kalacakları ise ne yazık ki bilinmezliğini koruyor.