Çocukluğumda, yaz tatillerinde rahmetli anneannem beni alır, memlekete götürürdü.
Benim için gidilecek daha güzel bir yer yoktu. Yeşilse yeşildi, artık kapalı odalar değil, mahalle arasında oynayan çocukların yanındaki yer benimdi.
Aylarca görüşmediğim komşu kızı Münevver’e sarılıp hiç ayrılmamışız gibi kaldığımız yerden başlardık.
Misafirliğe gitsek sinilerle gelirdi evlerinde ne varsa … Orada yemekler masada yenmezdi,bağdaş kurup yer sofrasına dizilirdik. Anneannem, bazen kaş göz işaretiyle uyarırdı beni. “Oturuşuna dikkat et “diye. Kızlar yayılmamalı, kibarca bir köşeye ilişmeliydi.
Herkes aynı soruyu sorardı. “Ankara mı güzel, burası mı ? Ben, hem gerçekte daha mutlu olduğumdan, hem de kimsecikler Ankara’yı görmedim diye üzülmesin” diye, “Ankara’da bir şey yok ki, tabii burası “ derdim çocuk yüreğimle.
Zorunlu hamam ziyaretlerine ifrit olurdum yalnız. O temizlenme faslı saatler sürerdi. “Nefes alamıyorum” diye ağlayınca anneannem biraz üzülür, daha serin olan bölüme beni götürüp azıcık zaman geçince “Hadi yeter gari, daha keseleyeceğim” derdi. Keselenmenin ızdıraba dönüştüğünü ben orada gördüm yeminle. “Para verdik kızım, çıkılır mı” diye söylene söylene pestile çevirirdi beni sonunda.
Kurnanın birinde saçına kına yakan, memeleri sarkmış bir teyze olurdu. Diğer tarafında yaramazlık yapan çocuğunun kafasına hafifçe tasla vurup, “Akşam babana söyleyeceğim” diye tehdit eden başka bir teyze. Buruşuk parmaklarımızla dünyaya ererken, sabrın sonu gazoz olurdu.
Kiraz festivallerini de severdim, yağlı güreşleri de … Genç kızlar, haftalar önceden terziye yeni entari diktirirdi. Şimdi hatırlayamadığım birşeylere gülerdik karnımız ağrıyana dek.
Bir de düğünler vardı, incecik sesiyle “Filancılardan falancıdan kovaaaa” diye bağırıp hediyeleri söyleyen kadınların olduğu. Kovalar fazlalaşınca “Tüh ya keşke başka bir şey alsalarmış “ diye üzülürdüm (Başka derdim yokmuş demekki)
Dostluklar sevgiden oluşmuş bir ilmekti. Bir de Münevverlerin bir bağı vardı, benim için cennet demekti. Ama zordu oraya gitmek, anneannemden vize gerekirdi. “Orada kör kuyu var kızım, düşersin olmaz” derdi rahmetli. Münevver hemen cevap verirdi. Yok Kaniye teyze, biz kuyuyu kapattık. Saatlerce yalvarırdık, insafa gelirse “Hadi gidin “derdi. İnadı üstündeyse, “Olmaz gitmeyecek çocuk bana emanet” diye son cümlesini kurardı. İşte o an içimdeki son umut da buz misali erirdi.
Yıllar geçti,Münevver evlendi, iki çocuğu oldu, daha da güzelleşti.
Ben tüm arkadaşlarımda ondan bir iz bulmaya uğraştım. Mutluluklarım oldu elbette fakat “Bakraçla süt taşımalarımızı, dalından domates koparışlarımızı, dışardaki kürede patates kızartması yapıldığında yaşadığımız sevinci hiç bulamadım.
Ankara mı güzel, Uluborlu mu?
Ankara’da gençliğim var,sevinçlerim,acılarım,anılarım … Bir de başka yerlere göç eden arkadaşlarım…
Şimdi sorsanız bana, ben yine “Uluborlu” derim dostlarım.