Onlarcasını gördük. Anlık. Sonra? Sonrasını biliyorsunuz. Onların hiçbiri yok. Birkaç tatminsizin alkışından sonra alkışlayanlarla birlikte unutuldu gittiler.
Uğur Dündar? Loserler hâlâ gündeme gelmek için Dündar’a saldırıyorlar ya, nerede olduğu açık.
Aslında anlaşılabilir bir psikoloji. Şu ya da bu nedenle unutulmuşsunuz, kendinizi çok yaman gazeteci, fikir adamı, şu, bu görseniz de ateşiniz cürümünüz kadar bile yer yakmıyor. Ama istiyorsunuz ki değil cürümüm kadar, tüm dünyayı tutuştursun içimdeki kıvılcım. Var olayım tekrar.
O zaman Amerika’yı tekrar keşfetmeye gerek yok. Denenmiş, test edilmiş, sonucu görülmüş yöntem orada duruyor: Gazeteciliğinin ilk gününden bu güne hiç değişmeyen bir imajla ve ilgiyle izlenen, her davranışı gündemde olan birisine saldır. Hem hiçbir kir yapıştırma çalışması tutmadığı için kendileri de yorulan bir Deniz feneri medyası da var olası saldırıları içerik aramadan alıntılayacak.
Hem ne kaybedebilirsiniz ki zaten. Siz losersiniz. İsminiz; “2001 krizinde işsiz kalıp Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan…” diye kayıtlara geçiyorsa, gündeme boynunuza taktığınız yılanlarla yaptığınız şovlarla gelmeye çalışıp kalıcılığınız bir yılanın uyandıracağı okur ilgisinden öteye geçemediyse…
Boyundaki yılan fotoğrafından Dündar’a sallayan fotoğraf daha mantıklı değil mi satabilirlik/satılabilirlik açısından?
Aynen öyle.
Öyle olmasa; taa Londra’lardan şunu yazmazsınız mesela: “Uğur Dündar gündemde kalabilmek için hiç bir fırsatı kaçırmıyor... Kapıdan, pencereden olmadı bacadan. Şu sıralar moda, moderatörlük (tartışma yönlendiricisi) yapmak.” diye ahkam keserken, Dündar’ın fırsat aramaya ihtiyacı olmadığını, Fırat-Gökçek-Kılıçdaroğlu düellolarında olduğu gibi gündemin ona aktığı sadece size sır olmazdı. Ama bilmiyorsanız herkesin bildiğini bir kez daha açıklayalım; Dündar, sadece gelen teklifleri kabul etmişti.
Öyle olmasa; “Nedense AKP’lilere karşı bir korkusu var Dündar’ın... 1998 yılında R.Tayyip daha belediye başkanı iken, bir TV programında konuşuyor, daha sonra telefonla Uğur Dündar katılıyor. R.Tayyip, Dündar’a öyle bir çıkışıyor ki, Dündar’da çıt yok..” derken o tartışmada Erdoğan’ın çıkışlarını anımsarken Dündar’ın verdiği karşılıkları da anımsar, o programdaki Dündar-Erdoğan kavgasının ertesi günün gazetelerini nasıl ‘manşetlerden’ süslediğini unutmazdınız.
Öyle olmasa; “Kolay kolay da rastlamazsınız Dündar aleyhinde, eleştirel bir habere. 2001’de DKM’de bir analiz yazmıştım, kendisiyle ilgili ama yazı ancak kısa bir süre kalabildi sitede...” diye yazarken, bu yazının da aynı sitede yayınlandığı gerçeğini es geçmez, bu her tarafı dökülen yazının saygınlığı genelde kabul gören Dördüncü Kuvvet Medya’da yayınlanmasını “Demek ki ben yanılıyorum” diye düşünebilirdiniz. Ya da Dündar eleştirisinin takıntı haline gelme modasını ve moda takipçilerini ıskalamazdınız.
Öyle olmasa; “Dündar, 40 yıldır medyada olduğunu söylüyor. Ama medyaya kazandırdığı ikinci bir isim daha yok.” derken kendinizden utanırdınız. Eğer biliyor da yazmıyorsanız vicdanınızdan, bilmiyorsanız cehaletinizden… Madem Dündar’ı topa koyacaksınız, 2006 yılında Turktime’a verdiği röportajda “Mehmet Ali Önel, Ertan Turhan, Gökhan Bektaş, Suat kozluklu ve daha niceleri… Bunlar ARENA okulundan yetişmiş, başarılarıyla övündüğüm kardeşlerimdir. Çoğunu üniversitede öğrenciyken gidip mülakatla bizzat kendim seçtim. İşte yetiştiler ve tümü ekranda yer sahibi… Ne mutlu bana ki, şu anda televizyonlarda soruşturmacı gazetecilik adına yapılan tüm çabalar, benim yetiştirdiğim kardeşlerim tarafından sergileniyor. Gerçekten ne mutlu bana…” sözü ve gerçeğini yok sayıp “medyaya kazandırdığı tek isim yok” tespitinizi patlatmanız utancınıza yeterdi.
Öyle olmasa; “Ulvi Yanardağ ve Sami Hoştan konusu arada kaynadı gitti.” derken Deniz Feneri medyasının kendi sıkışıklığını aşmak için nasıl zorlama sıkıştırmalarla benzer konuları şişirmeye çalıştığını ve sonunda şişenin kim olduğunu görebilirdiniz.
Ama öyle.
Öyle olduğu için daha önce adına hiç rastlamadığımız ama yazıyı okuduktan sonra boynundaki yılandan ve ülkeyi terk etmesinden başka elle tutulur gazetecilik başarısı bulunmayan Bahattin Çağdaş, en üst perdeden ve en cesur haliyle kesiyor raconunu: “Dündar izin verirse haftaya da devam edeceğim” diye.
Biz diyelim; İzin verir, merak etmeyin sayın Çağdaş. Ama devam ederken neden “devam edemediğinizi” düşünün de öyle yazın bu kez. Kısacık yazınızdaki tonla yanlışı bir sağlam hedefle kapatmak zor artık. Deniz Feneri medyası hemen alıntılamış yazınızı, atlamış. Pek mutlu olmalısınız. Ama sizin de dediğiniz gibi, “Etraf öyle eskisi gibi dikensiz gül bahçesi de değil.”
Ve etrafta hala gazeteciler var. Gerçek gazetecilere saygısını, kendini var etme kaygısından daha üstte tutanlar da. Belki saygınlığını zedelemek pahasına sizin devam yazınıza kapısını açar DKM yine.
Bakın, mutlu olun. Konu oldunuz işte. Yazmaya devam. Hedef bu değil miydi? Aferin!
serpil 28 Şubat 2009 Cumartesi 13:00
|
mustafa doruk 6 Ocak 2009 Salı 21:47
|
meri 2 Ocak 2009 Cuma 20:51
|
şenol aga 25 Aralık 2008 Perşembe 16:36
|
emekli 25 Aralık 2008 Perşembe 12:52
|
şenol aga 25 Aralık 2008 Perşembe 10:09
|
TOTEM 25 Aralık 2008 Perşembe 01:47
|
Tarhan Tekelioglu 25 Aralık 2008 Perşembe 00:59
|