Vakit Gazetesi önce Türkan Saylan ile ilgili sert haberleri ile hedef tahtasına oturdu, sonra Uğur Dündar’a yönelik haberleriyle. Ve Vakit’in bu tartışılan habercilik anlayışının konuşulacağı 32. Gün programında Vakit Gazetesi Ankara Temsilcisi Serdar Arseven ile Cumhuriyet Gazetesi yazarları Mehmet Faraç ve Ümit Zileli arasında geçen sert polemik gündeme oturdu. Hakaretler havada uçuşmuş, iddialara göre bardaklar havada uçuşmuştu. İşte o kavganın merkezindeki isim Serdar Arseven hem 32. Gün’de yaşananların perde arkasını hem Vakit’in gazetecilik anlayışını Turktime’a anlattı.
İşte Serdar Arseven’in Turktime Genel Merkezi’nde Turktime Yönetim Kurulu Başkanı Talat Atilla ve Genel yayın Yönetmeni Ersin Tokgöz’e yaptığı özel açıklamalar…
TURKTIME: Cumhuriyet gazetesi yazarlarıyla 32. Gün’de yaptığınız sert tartışma çok eleştirildi. Katılımcılar, görüşleri, her şey zaten biliniyordu. Gördüğümüzün dışında ne oldu orada? Bu tartışma neden patladı?
SERDAR ARSEVEN: Öncelikle şu yanlışı düzelteyim; Katılımcılar belli değildi. Programa Cumhuriyet Gazetesi’nden bir yazarın ve bir uzmanın geleceği söylenmişti bana ama Cumhuriyet’ten kimin geleceği belli değildi. Ama onlar Cumhuriyet’ten iki yazar çağırmışlar. Bu yanlıştı. Eğer Cumhuriyet’ten iki kişi çağırıyorsanız Vakit’ten de iki kişi çağırmanız gerekir. Ama onlar güya dengeyi sağlamak için Hilal TV’nin Haber Müdürü Muharrem Coşkun’u çağırmışlar. Oysa Coşkun ne o olayların içerisinde, ne Saylan haberlerinin nasıl yapıldığını biliyor. Tamamen dışarıdan bir arkadaş… Ben anladım ki orada bir kumpas kurmak istemişler.
TURKTIME: O yüzden mi gergindiniz? Cumhuriyet yazarı Mehmet Faraç program sonrasında yaptığı açıklamada “…zaten gelişi de problemleydi, hazırlıklı gelmişti” dedi…
SERDAR ARSEVEN: Evet, girişim problemliydi. Çünkü öncesinde benim moralimi bozmak için başka bir kumpas kuruldu. Ben Kanal D binasının kapısına geldiğim zaman kapıdaki görevlilere program için geldiğimi söyledim. Görevli dedi ki; “kantinde bekleyin, sizinle ilgilenecekler.” Sanki onlara iş başvurusunda bulunuyorum. Ben de buna tepki gösterdim, programa katılmıyorum dedim ve çektim gittim. Ben Ankara’dan İstanbul’a çekim için gelmişim, randevularımı kaydırmışım ve hemen de geri dönmek zorundayım. Ama onlar bir gazetenin temsilcisini karşılama ihtiyacı bile hissetmiyorlar.
TURKTIME: Bu tavrı neye yordunuz?
SERDAR ARSEVEN: Bunlar şunu göstermek istediler bana: burası bizim sahamız.
TURKTIME: Peki diğer konukların nasıl karşılandığını biliyor musunuz? Belki onlara da size gösterdikleri tavrı göstermişlerdir…
SERDAR ARSEVEN: Hayır… Diğerlerini karşılamışlar. Bunlar bana psikolojik bir baskı uygulamak istediler ama ben bunu anladım.
TURKTIME: Tekrar neden döndünüz peki?
SERDAR ARSEVEN: Ben çekip gidince önce Yavuz Oğhan aradı; “yanlış anladınız, bir kastımız yoktu” dedi. Ben “Olmaz… Bakın Türkan Saylan zihniyetine bunun için karşı çıkıyoruz, siz de onun gibi ayrımcılık yapıyorsunuz. Bu tavrı Vakit’e yapılmış bir tavır olarak görüyorum” dedim. Sonra Rıdvan Akar aradı, özür diledi. Onca aramadan, yalvarmadan sonra kabul etmemem büyük burunluluk, zulüm olurdu. Onlara zulüm etmek istemedim ama bize karşı zulüm yapılmasına da müsaade etmedim.
FARAÇ’IN YAKININI CUMHURİYET’TE ÇALIŞMASAYDI GÜNDEME GETİRMEZDİM!
TURKTIME: Siz orada Cumhuriyet yazarı Faraç’ın yakını ile ilgili çok ağır bir iddiada bulundunuz. Olayları tartıştığınız bir programda bu şekilde kişilerin yakınlarına ithamlarda bulunmanız ne kadar doğru?
SERDAR ARSEVEN: Programda bana Türkan Saylan ile ilgili yayınların sebebi sorulduğu zaman ben son derece sakin bir şekilde “Vakit’in haberlerini gündeme getirmeyeceğim, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinin haberlerinden Saylan’ın beyanlarını aktaracağım” dedim. Tek tek örnekleri sıraladıktan sonra “biz bu kamplaştırıcı anlayışa karşıyız ve bize hakkınızı helal etmek zorundasınız diyemezsiniz” dedim. Çocuklarımızı Kuran kursuna gönderme hakkımız yok, başlarını örtmeye hakkımız yok, bari bırakın da hakkımızı helal etmemem hakkımız olsun. Güven Erkaya’ya da BÇG’yi kurduğu için hakkımızı helal etmediğimizi ve yine o çizgide olduğumuzu anlattım. Ben Vakit Gazetesi’nin niye böyle yaptığını onların gazetelerinden örnekler vererek anlatmaya çalışırken oradan bana Erbakan’ın hesabını sormaya kalktı. Ben de “Erbakan’la ilgili soruyu bana neden soruyorsun. Getir bir milli görüşçü ona sor” dedim. O yine Erbakan, Abdullah Gül deyince “Ben onların temsilcisi değilim, Vakit gazetesi’nin temsilcisiyim. Ama illa soru sormak gerekiyorsa sana bir soru sorarım dedim” ve sizin kişisel olarak yorumladığınız kayın biraderi ile ilgili soruyu sordum.
TURKTIME: Yapmayın Allah Aşkına ikisi bir mi? Orada tartışılan Mehmet Faraç ya da Faraç’ın bir yakını değil ki?
SERDAR ARSEVEN: Onun sorusu alakasız bir soruydu, benim sorduğum soru ise kişisel değil, Cumhuriyet ile ilgiliydi. Cumhuriyet’te çalışmasaydı yakını gündeme getirmezdim. Bakın; soru aynen şuydu: Sizin torpilinize Cumhuriyet Diyarbakır bürosuna giren kayınbiraderiniz şu anda uyuşturucu kaçakçılığından içeride mi değil mi? Bun sorunun kişisel olmaması için kayın biraderinin Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışıyor olmaması lazımdı. Bu soruya cevap vermek yerine “Bu soruyu ispatlayamazsan şerefsizsin” dedi. İnsanın iki durumu vardır, ya içeridedir ya dışarıda. Ama o cevap yerine küfretti, bağırdı.
FARAÇ BANA İKİNCİ BARDAĞI FIRLATINCA FİLM KOPTU!
TURKTIME: Her şey ekranda gördüklerimizden ibaret değil. Program arasında yaşananlar da en az ekrandaki tartışma kadar tartışıldı. Gerçekten de arada bardak fırlatmalar, kavga için dışarı davet etmeler yaşandı mı?
SERDAR ARSEVEN: Evet… Yayına ara verildikten sonra ben yerimde oturuyordum, benden başka herkes ayağa kalktı. Küfürler etmeye başladılar. Küfürleri o kadar ileriye götürdüler ki ben yerimden kalktım. Arada yaklaşık 15 kişi vardı. Çalışanlar falan. Onların arasından kupa fırlattı bana. Gördüm bardağı, çekildim. Yan tarafta duvarda patladı. Parçaları ayağımın dibine düştü.
TURKTIME: Rıdvan Akar sizin kollarınızı sıvadığınızı ve Faraç ile Zileli’yi dışarı davet ettiğinizi söyledi…
SERDAR ARSEVEN: Doğrusu ben ceketimi çıkartıp kollarımı sıvadığımı hatırlamıyorum. Ancak dışarı davet ettiğimi hatırlıyorum.
TURKTIME: Neden davet ettiniz dışarı? Ne yapacaktınız?
SERDAR ARSEVEN: Ben orada dedim ki bu kadar insanın hayatını tehlikeye sokacağımıza kozlarımızı dışarıda paylaşalım. Böyle diyince bir durum oluştu. Gel mi diyecek yoksa başka bir şey mi yapacak… O başka bir şey yaptı. İkinci kupayı fırlattı. Zaten orada film koptu ve onları bir tarafa bizi bir tarafa aldılar. Benim yanıma Hilal TV’nin Haber Müdürü Muharrem geldi. Ben Rıdvan Akar’a “Sizin stüdyonuzda bir taraf bir tarafa iki tane bardak fırlattı. Bu bana isabet edebilirdi, size isabet edebilirdi, aradaki arkadaşlara isabet edebilirdi ama çok şükür etmedi. Ama sonuçta burada bir terör saldırısı var. Sizin stüdyonuzda olan bir olayı verebilecek misiniz veremeyecek misiniz?” dedim. Rıdvan Akar “Biz prensip olarak veremeyiz” dedi. Peki o bardağı ben atmış olsaydım Vakit terörü olacak mıydı olmayacak mıydı? Hatta bırakın bunu, o bir tane attı ben de cevaben bir tane atsaydım Vakit terörü olacak mıydı olmayacak mıydı? O görüntüler tekrar tekrar ekrana gelecek miydi gelmeyecek miydi? Ertesi gün neler yaşanacaktı, nasıl başlıklar atılacaktı? Gazeteci mi terörist mi? Ve şimdi siz bana soracaktınız, kızdınız falan ama bu tavır bir yazara yakışıyor mu? Bunun nasıl bir yazar davranışı olduğunu düşünürsünüz? Ben orada silgi bile fırlatmamışım. Bardak fırlatmayla bu işler olmaz, bardağı bir bayan da fırlatır. Gelin erkekçe dışarıda konuşalım demişim, ikinci bardağı yemişim. Ama şimdi kimse öyle bir şey sormuyor onlara. Bunları Rıdvan Akar’a da söyledim. Yok, hayır falan dedi. Ben bu akşam haberlere bakacağım dedim. Bardak kısmı olacak mı olmayacak mı? Çekimler 3’te yapılmış. Ana haber bültenine rahatlıkla yetişebilirdi. Orada yok, gece haberlerinde yok, sabah haberlerinde yok. Sen bir gazeteciysen böylesi bir olayı nasıl vermezsin? Senin stüdyonda olan bir olay sende nasıl haber olmaz? Ne yani? Ölmeyince haber yok mu? Diyelim ki orada öldüm. Stüdyoya mı gömeceksin beni? O menşei belli olmayan silahlardan birisi o anda bu zatın elinde olsaydı, demek ki silahla vuracaktı beni. Böyle bir olay karşısında Vakit Gazetesi temsilcisi olarak ne hissedersiniz?
TÜRKAN SAYLAN ŞEYTAN DEĞİL MELEKSE, RUHU NASIL BARDAK FIRLATIR?
TURKTIME: Ne hissettiniz?
SERDAR ARSEVEN: Bunlar zaten iyi niyetli değiller de demek ki çok kötü niyetlilermiş dedim. Baktım ki bizim bastırmamız lazım. Bardak parçaları bendeydi, onları Habervaktim’e koydum, Rıdvan’a bir kez daha telefon açtım. Biz bu konuda durmak niyetinde değiliz, siz de vermek zorundasınız dedim.
TURKTIME: Niye zorunda olsunlar ki? Sonuçta program arası olan bir olay. Vermeme gibi bir tasarrufta bulunma hakları yok mu?
SERDAR ARSEVEN: Orada 30 tane elamanı vardı. Bu haberi vermezse en azından onların gözünde gerçekleri gündeme getirmeyen biri olacak. Bunu nasıl yapar? Üstelik bu saldırı bana karşı değil sadece, esasında senin mekânında sana karşı yapılmıştır. Senin mekanın ben de senin misafirinim. Hala bana Serdar Bey, bizim dürüst davranacağımızdan emin olabilirsiniz falan diyor. Ben devam ettim, bardak parçalarını yayınladım. Saat 2’de Hürriyet Gazetesi’nin internet sitesine bu hadiseyi koymak zorunda kaldılar. Sonra Star Gazetesi olayı hem bana hem onlara sordu. Ben size anlattığım gibi anlattım. O şahıs da demiş ki o bardağı ben değil Türkan Saylan’ın ruhu fırlattı. Türkan Saylan melekti onların ifadesine göre, şeytan değildi. Melek bardak fırlatır mı? Bu nasıl bir anlayıştır? Siz ateistsiniz, Marksistsiniz, diyorsunuz ki din afyondur. Ama meleklere inanıyorsunuz, ruha inanıyorsunuz, ruh bardak fırlatıyor. Biz hep diyoruz ki istismar ediyorlar. Bırakın yaşarken istismarı, Türkan Saylan’ın ruhunu bile istismar edip bardak fırlattırıyorsunuz. Çık erkekçe ben fırlattım de. Gerçi erkekçe bir tavrı olsaydı bardak fırlatmazdı. Bu ne kirli bir istismardır?
TURKTIME: Sizin camiadan nasıl tepkiler geldi bu olayla ilgili?
SERDAR ARSEVEN: Çok olumlu…
TURKTIME: Ama Vakit dışında da pek destek veren görmedik biz muhafazakâr medyadan… Demek ki sizin ve Vakit’in duruşuna diğer muhafazakar medya mesafeli yaklaşıyor.
SERDAR ARSEVEN: O ezik ruh halinin bir yansıması. Şu anda çok rahat bir şekilde şu söylenebilirdi: olay belli bir noktaya gelmiş, çekin gidin evinize. Zaten o gazete Ergenekon’la bağlantılı mı değil mi araştırılıyor. Siz bu bardakları fırlatmakla bu yargıyı kuvvetlendirmiş oluyorsunuz. Bu tabloda kim saldırgan gözüküyor?
KARAKAYA’NIN YAZISI BİR YANLIŞ ANLAMAYDI, ANKARA TEMSİLCİSİ BENİM!
TURKTIME: Gazetede idari göreviniz var mı?
SERDAR ARSEVEN: Ankara temsilcisiyim.
TURKTIME: Ama geçtiğimiz günlerde Hasan Karakaya bir yazı yazdı ve Ankara temsilcisi olarak Yener Dönmez’den bahsetti. Neden?
SERDAR ARSEVEN: O gün Kanal D yayınından çıkılmıştı. Bir telaş vardı ve ben onun böyle yazdığını görmemiştim. Ertesi gün Hasan abi telefon açtı, dün yanlışlık oldu dedi. Zaten ertesi gün Hasan abinin yazısının birkaç yerinde Ankara temsilcimizin 32. Gün’de yaşadığı olay… gibi ifadeleri de bu yanlış anlaşılmanın düzeltilmesiydi.
TURKTIME: Yener Dönmez kim?
SERDAR ARSEVEN: Ben Vakit gazetesi’ne Tercüman’dan döndüğüm zaman haber koordinatörü olarak başladım, daha sonra Ankara temsilcisi oldum. Dolayısıyla bizim haber koordinatörlüğü boş kaldı. Yener Dönmez Habervaktim internet sitesini hazırladı. Yener bey burada çok başarılı oldu. O bir yandan da gazetenin dağıtım işleri ile uğraşıyordu. Kimi der ki küçük olsun benim olsun. Ben de büyüklüğü ekibinin büyüklüğü olarak gören birisiyim. Yener bey başarılı olunca ona “Sende gazetecilik yapabilecek kabiliyet var, gel bizim büroda birlikte çalışalım. Sonra ben bunu İstanbul’a teklif ettim. Ve onlar da bunu uygun gördüler ve haber koordinatörümüz Yener bey oldu. Bu yapılanma ile daha profesyonel bir yapılanmaya geçtik ve Ankara temsilciliğini daha hakkıyla yapabiliyorum.
UĞUR DÜNDAR OLAYINDA TARTIŞMAYI KİM BAŞLATTI, ONA BAKMAK LAZIM!
TURKTIME: Uğur Dündar’ın eşi ile ilgili yaptığınız haber çok eleştirildi. Bir gazeteci olarak içiniz rahat mı? Çünkü burada bir mahremiyet söz konusu…
SERDAR ARSEVEN: Mahremiyeti tartışmaya biz açmadık. Bir kere olayın Uğur Dündar tarafından “Karımın tek başına yurt dışına çıktığını ispat ederseniz kendimi asarım” demesi çok saçmaydı.
TURKTIME: İddianamede böyle bir şey geçiyorsa bu şekilde savunma yapılamaz mı?
SERDAR ARSEVEN: Bakınız… Bizim aile yapımızda şöyle bir şey vardır. Biz ailemizin, evimizin, mahremiyetimizin mümkün olduğunca az tartışılmasını isteriz. Onun için ekrana çıkıp tartışma haline kendisinin getirmesi çok büyük bir yanlıştı. Diyorsun ki, ispat et, etmezsen şerefsizsin. İspat ediyorsun, bu sefer de niye özel hayata giriyorsunuz deniyor.
TURKTIME: İspat edilmiş mi peki?
SERDAR ARSEVEN: Tabii.
TURKTIME: Ama Uğur Dündar’ın bizzat kendi ifadesi şu: Tüm çıkışlarında yanında ben olmasam bile bir akraba var. Kaldı ki bir bayanın burada tartışma konusu yapılması ne kadar doğru?
SERDAR ARSEVEN: Bizim haberimizin hiçbir satırında yurt dışına yalnız gitti de bundan dolayı şu şu işleri yapmıştır gibi bir ifade yok.
TURKTIME: Ama gün gün çıkış listesini vermek ne peki?
SERDAR ARSEVEN: Bir eşin yalnız başına yurt dışına çıkması insanın kendisini asmasını gerektirecek bir olay değildir. İnsan eşine güvenir, eşi 500 kez de tek başına gidebilir, her gittiğinde 10 sene de kalabilir. Dolayısıyla burada o şekilde bir tartışma başlatılarak yanlış yapıldı.
TURKTIME: Tartışma iddianame ile başladı. Dündar’ın açıklaması bu yüzden oldu ama. Karıştırmamak lazım…
SERDAR ARSEVEN: Bakın, Uğur Dündar geçmişte Konya’da bir hastane ile ilgili bir haber yapmıştı. Biz o haberin üzerine gidip olayın doğrusunu ortaya çıkardık. Ondan sonra o haber nedeniyle Ertuğrul Özkök özür diledi.
VAKİT GAZETESİ BAZI TEPKİLERİN DAHA İLERİ GİTMESİNİ ÖNLÜYOR!
TURKTIME: Hep bir ortak akıldan, ayrıştırmamaktan bahsediliyor ama Vakit gazetesinin tavrına, haber sunumuna falan bakıldığında çok sert, itham edici bir dil hâkim. Biraz daha uzlaşmacı bir dil neden kullanmıyor Vakit?
SERDAR ARSEVEN: Biz ortak akıl olarak diyoruz ki; üniversitelerdeki başörtüsü yasağı kalkacak. Bu başörtü yasağı kalkmadan biz kafamızı kuma gömsek de sussak da milyonlar susmaz. Bu memlekette Ermeni’nin, Yahudi’nin çocuğu istediği yaşta Tevrat, İncil eğitimine başlarken bir Müslüman’ın çocuğu ilköğretimi bitirmeksizin yazları Kuran kurslarına bile gidemiyorsa siz bunun önünü alamazsınız. Siz Ermeni’nin, Yahudi’nin çocuklarına böyle bir özgürlüğü tanırken çoğunluğun çocuklarına bu şekilde bir kısıtlama getirirseniz kusura bakmayın Vakit olsa da olmasa da bu huzursuzluk olur. Ve şunu da görmek lazım: Vakit Gazetesi belli şeylerin gündeme getirilebildiği, belli anlayışların ifade edilebildiği bir platform olarak acaba tepkilerin daha ileri boyutlara varmasını önlüyor mu önlemiyor mu?
TURKTIME: Yani bir anlamda siz gaz mı alıyorsunuz?
SERDAR ARSEVEN: Hayır… Gaz boş bir şeydir. Ne yani, başka bir gazete de mesela “Esnaf çok zor durumda” diye ısrarlı yayınlar yapınca esnafın gazını mı almış oluyor? Hayır. Sorunlarını dile getiriyor.
KİŞİLER SADECE SİMGE, BİZ TEMSİL ETTİKLERİNİ TARTIŞIYORUZ!
TURKTIME: Şöyle bir algı var: Vakit Gazetesi birisinden bir şekilde hoşlanmadı. Onu hafızasına alıyor ve mutlaka bir gün benzetiyor. Oysa Vakit Gazetesi’nin bir zamanlar kişilere odaklı değil olayları ele alan bir yanı da vardı…
SERDAR ARSEVEN: Eğer o dönemler varsa, hiçbir dönemde Vakit Gazetesi’ne “Bak olayları ne güzel ortaya çıkartıyor” denmemiştir. Vakit Gazetesi’nde, bu Türkan Saylan olayı dâhil, kişiler belli şeylerin simgesidir. Humeyni aleyhindeki bir Cumhuriyet Gazetesi yayını Humeyni’yi hedef almaz. Humeyni’nin şahsında temsil ettiği anlayışı tartışır. Bana şöyle bir olay gösterin: Deyin ki Vakit Gazetesi şu kişiye şu tepkiyi gösterdi, olaya göre bu tepki yanlıştı.
TURKTIME: Tamam, tavrınız bir yere kadar anlaşılır ama ölmüş bir insanla ilgili biraz daha hassas olamaz mısınız?
SERDAR ARSEVEN: Ebu Cehil hem Kuran tarafından hem de bütün Müslümanlar tarafından lanetlenen birisi. Şimdi gelin de Ebu Cehil’i hayırla yad edin diyebilir miyiz? Ya da Aziz Nesin’i? O zaman Şeytan Ayetleri gibi rezil bir kitabı, halkın büyük bölümü Müslüman olan bir ülkede Müslümanlara hakaret eden birini ya da bunun gibi herkesi de hayırla yad etmek gerekiyor.
TURKTIME: Uç örnekler verip tavrınızı açıklıyorsunuz ama bir de şöyle bir şey var. Onlar ölmüş, hesaplarını zaten Allah’a verecek. Ölülere bile böyle bir tavırla bakmanız dirilerle ilişkilerinizin dozunu da vermiyor mu? Kullandığınız dil daha makul, kuşatıcı olamaz mı? Biliyoruz ki Yunus gibi Mevlana gibi kuşatıcı bir anlayış da var…
SERDAR ARSEVEN: Biz Kuran’ın kuşatıcılığını alıyoruz.
TURKTIME: Yunus ve Mevlana Kuran’ın kuşatıcılığını örnek almıyor mu o zaman?
SERDAR ARSEVEN: Biz bir yerini almıyoruz. Bir bütün olarak bakıyoruz. Eğer toplumsal mutabakat kim ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin bütün ölüleri hayırla yad etmek üzerine kurulursa oturulur bu konuşulur. Hiç kimse birisinden tek taraflı bir şey isteyemez. Teröristleri, İslam’ın bir emri olan başörtüsüne düşmanlık edenleri, İslam’ın peygamberine, Hac ibadetine, Namaz ibadetine hakaret edenleri, çocuklarımızın Kuran kursuna gitmemelerini savunanları hayırla yad edemeyiz. Bunun dışında insanların özel hayatlarında bazı zaafları olabilir. Onlarla ilgili değerlendirmede bulunmak bize düşmez. Onlara en fazla Allah taksiratını affetsin deriz. Bizim kriterimiz bu. İslam’a savaş açmadığı müddetçe bizim buğzettiğimiz, olumlu olarak anmadığımız bir tane insanla ilgili örnek getirin biz diyelim ki yanlış yapmışız. Mevlana’nın davet ettiği adam günahkâr olan… Mevlana bir İslam düşmanını hayırla yad etmiş mi? Bakın; Türkan Saylan’la ilgili ölmeden önce ben şöyle yazdım. Türkan Hanım, tövbe kapısı son nefesinizi verinceye kadar açıktır. Hastalık sizin için bir nimet olabilir. O başörtüsünü hastalığınız nedeniyle başınıza takmanız size kötü bir hadise olarak gelebilir ama bunda da bir hikmet vardır. Yani ona da kesin bir tavırla onu reddetmedik.
İMAM HATİP MEZUNU DEĞİLİM, HİDAYETE GEÇ YAŞTA ERDİM!
TURKTIME: Siz bir ölçü koyuyorsunuz ve bu ölçü Kuran’ın ölçüsü diyorsunuz. O zaman adama sorarlar: siz bu ölçüyü koyuyorsunuz da Kuran’ın koyduğu diğer ölçülere ne kadar uyuyorsunuz?
SERDAR ARSEVEN: Ben o çizgide olan birisi değilim. İmam hatip mezunu değilim. Tamamen matematik eğitiminden gelmiş, daha sonra edebiyata yönelmiş, lisede aile yaşantısı gereği Kuran’a yıllarca çok da uzak düşmüş biriyim. Hidayetim de çok da genç sayılamayacak bir yaşta nasip oldu. Kuran ölçülerine göre elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Namazlarımı kılmaya gayret ediyorum.
TURKTIME: Önceden içki kullanıyor muydunuz?
SERDAR ARSEVEN: Hayır. Benim bir reaksiyonum vardı. İçkiyi gördüğüm zaman büyük bir mide bulantısına tutuluyordum. Bana Allah namaz emrediyor, şunu yasaklıyor diyen olmadı. Etrafımızda da Kuran yoktu. Böyle bir gelenekten gelmedim. Annem babam yurt dışındaydı, burada yanında büyüdüğüm insanlar da bana bunu vermediler. Ama yine de bir tavrım vardı. Okuldayken bir haksızlık var ben doğrusunu söylerdim. Bu dönemde de öyle. Ben Vakit Gazetesi’nde de yazdım, Tercüman Gazetesi’nde de. İnsanın elini vicdanına koyması lazım… Ben başka yerlere de oynayabilirdim. Ama Tercüman Gazetesi’ndeyken Vakit için 312 Paşa Davası açıldığı zaman orada en koyu savunma yazılarını ben yazdım. Ve Tercüman’da bundan hoşlanmadılar. Bu mayın meselesinde bazı arkadaşlarımla birlikte en kararlı yazıları ben yazmış durumdayım.
MENFAAT İLİŞKİSİNİ TESPİT ETSEM VAKİT’İ DE ELİMİN TERSİYLE İTERİM!
TURKTIME: Doğru etrafındaki kararlılığınız kendi gazeteniz için de geçerli mi? Diyelim gazetenizin bir yanlış yaptığına kanaat getirdiniz… Tavrınız ne olur?
SERDAR ARSEVEN: Vakit Gazetesi’nin birtakım yerlerden menfaatlenerek, derinlerden beslenerek bir şeyler yaptığına dair herhangi bir tespitim olsa Vakit Gazetesi’ni elimin tersiyle itemeyeceğime dair hayatımın hiçbir karesinde görüntü yok. Ben her zaman böyle olmuşumdur. Yanlışı yapan Tayyip Erdoğan da olsa, Erbakan da olsa, Vakit Gazetesi de olsa fark etmez. Ben elimi vicdanıma koyduğum zaman Vakit Gazetesi ile ilgili şöyle bir şey görüyorum. Bu insanlar kimseden beş kuruş almadan, sadece okuyucu satışlarına dayanarak, kendilerine yakın iktidarlar gelmesine rağmen hiç kimsenin kapısına gitmeden hiçbir oluşumun parçası olmadan doğru bildiklerini yazmışlar. Tehditlerden yılmamışlar. Bakın, Ergenekon’dan neler çıktı. Vakit Gazetesi’nin patronu öldürülecek. Vakit gazetesinin yazarlarına iftiralar atılacak. Dağıtım araçları bombalanacak. Gözden düşürülmesi, marjinalleştirilmesi sağlanacak. Üç dört aşamalı bir plan olarak Vakit gazetesi ile ilgili özel bir strateji geliştirmişler. Neden? Çünkü bu insanlar Allah rızası için doğru söylemeye çalışıyor.
TURKTIME: Peki, gerçekten de her söyledikleri doğru mu?
SERDAR ARSEVEN: İnsan bazen doğruyu söylüyorum zanneder ama tam olarak doğru söyleyemeyebilir. Ne Mustafa Karahasanoğlu ne Hasan Karakaya ne de diğer arkadaşlarımız cebine para konulduğu için, bir menfaati olduğu için bir şey yazmaz.
VAKİT, YAŞAMA MÜCADELESİ VERİYOR
TURKTIME: Hep doğruluktan bahsediyorsunuz ama mesela şirket yapılanmanız soru işaretleriyle dolu. Tebligatlar size ulaşamıyor, adresiniz farklı gösteriliyor. Bu nasıl bir çelişki?
SERDAR ARSEVEN: Bu sorunuzla ilgili olarak İstanbul’daki hangi arkadaş cevap verir bilmiyorum. Bu hukuki prosedüre ben yabancıyım.
TURKTIME: Niye İstanbul’daki arkadaşlara topu atıyorsunuz. Siz gazetenizin yetkilisi değil misiniz?
Bilmiyorum gerçekten. Bakın, tazminat davalarında hedef karşı tarafı batırmak olamaz. Mesela birisi size dava açıp mahkemeyi kazansa gelip bilgisayarınıza, kitaplarınıza el koyamaz. Çünkü bu sizin ekmek paranız. Oktay Ekşi avukatına emir verdi, benim büromda köşemi yazacağım bilgisayarımı aldılar. Arkadaşlarımın bilgisayarlarını aldılar. Haberlerimizi, yazılarımızı internet kafelerden yazıp gönderdik. Şimdi siz diyorsunuz ki bilgisayarını alacak adama bilgisayarını ver. O benim ekmek teknem. Vakit Gazetesi zengin bir gazete değil. Bir gazetenin holdingi yoksa, bir takım kaynaklardan beslenmiyorsa, hükümet destek vermemişse, bir takım ticari faaliyetler içerisinde değilse nereden para kazanabilir? Vakit, okurlarının gücüyle ayakta duran, gazete satışlarıyla yaşayan bir gazete...
TURKTIME: Yani bu bir meşru müdafaa mı?
SERDAR ARSEVEN: Benim şimdi bir çeyrek ekmeğim var. Bu çeyrek ekmeği hangi cebime koyduğumu sorgularsanız olmaz. Biz yaşama mücadelesi veriyoruz.
TURKTIME: Meşru müdafaa’yı biraz abartmıyor musunuz?
SERDAR ARSEVEN: Yok, yok… Tam anlamıyla bir meşru müdafaa.
Sözünü ettiğimiz şahsın ultrason çekimini zamanında yapmadığı belirtilen uzman doktor Kaziban Arbağ’ın açtığı 150.000 TL. tazminat talepli dava da yine aynı tarihte, 22.05.2008 tarihinde reddolunmuştur. Red kararı, davacı doktor tarafından temyiz olunmuş ise de Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından 21.04.2009 tarihinde Konya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin verdiği red kararı Yargıtay tarafından onanmıştır.
Vakit Gazetesinin haberinde adı geçen diğer doktor Ayşe Yüceakbaş’ın da yine 150.00 TL talepli olarak açtığı tazminat davası ise 16.03.2009 tarihinde reddolunmuştur. Konya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından reddolunmuştur."
Yeni ve Eskiye Dair Ne Varsa!. 1 Aralık 2009 Salı 14:44
|
tayfur 31 Ağustos 2009 Pazartesi 23:14
|
yılmaz 19 Temmuz 2009 Pazar 15:24
|
Emin 27 Haziran 2009 Cumartesi 01:10
|
abdullah 20 Haziran 2009 Cumartesi 09:38
|
FATİH 10 Haziran 2009 Çarşamba 19:24
|
SAMİ 3 Haziran 2009 Çarşamba 21:06
|
hulya 3 Haziran 2009 Çarşamba 09:50
|
Sami 3 Haziran 2009 Çarşamba 08:48
|
İrfan sönmez 3 Haziran 2009 Çarşamba 08:42
|