6 Nisan 2007
Bir zamanlar, “Ne olacak bu medyanın hali” derdik. Dili geçmiş zamana dikkat lütfen. Artık soruyu bu zaman kipiyle sormanın anlamsız olduğunu söylüyor Zaman Gazetesi yazarı Tamer Korkmaz. Çünkü medyanın arkasından konuşmayı ölünün arkasından konuşmak olarak görüyor ve ölüyle ilgili konuşurken gelecek ile ilgili umut da içeren “Ne olacak” soruları anlamsız buluyor. Biz de sorduk; “O zaman, ne oldu bu medyaya?” Ve Korkmaz, basının bugün geldiği durumu ortaya çıkaran “dün” ve dünden bugüne aktarılan mirası harcayan medya aktörleri ile ilgili çarpıcı tespitlerde bulundu. İşte olay yaratacak röportajın tamamı…
TURKTİME: Aslında basını konuşacağız ama siz daha önce “Basının arkasından konuşmak bir ölünün arkasından konuşmak gibidir” demiştiniz. Kültürümüzde, genelde ölünün arkasından kötü konuşulmaz. Peki biz basınla ilgili iyi konuşabilecek miyiz?
TAMER KORKMAZ: Maalesef pek iyi konuşamayacağız. Ben bu benzetmeyi konunun vahameti daha bir açıklığa kavuşsun diye ilk kez 1997 yılında yapmıştım. Bunu on yıl sonra tekrar söylememin sebebi, bu sürecin artık tamamlanmasıyla ilgilidir.
TURKTİME: Neden özellikle 1997? Bir anlamı var mı bu tarihin?
TAMER KORKMAZ: O tarih, yaklaşık olarak basındaki sermaye yapısının el değiştirmesiyle ilgili sürecin tamamlandığı bir zamana denk geliyordu. O dönem bankacılık işlerine girdiği ve yanlış yaptığı için kaybeden, basından gelme son patronun tükenişini anlatıyor. Ki gazetesi 1980’lerin ortalarından itibaren basına yenilik getirmiş bir gazete idi. Yine 28 Şubat sürecinde egemenlerle merkez medya arasında al takke ver külah süreci yaşanıyordu. Dinç Bilgin döneminin sona ermesiyle birlikte basının sermaye yapısındaki değişiklik dönemi tamamlanmış oldu… Şu anda medyada egemen olan Aydın Doğan, medya dışından gelen bir patron. Önce Milliyet gazetesinin sahibi oldu. 1993’te de Hürriyet’i aldı. Hürriyet devlet gazetesidir, öyle çok büyük parası olsa da herkese vermezler!
TURKTİME: Sermaye yapısındaki bu değişimin sonucu ne oldu?
TAMER KORKMAZ: Medya dışındaki sermayenin basında tam manasıyla hakim olması; gazetecilik amaçlı faaliyetlerin, gazetecilik yoluyla fikirlerin serbest dolaşımı dediğimiz olayın tamamen sona ermesi demek oluyor. Bu bağlamda, basının hükümet ile ilişkileri çerçevesinde baktığımızda 1980 sonrası medyanın sürekli gerilediğini görüyoruz. Ama sermaye yapısının tamamen el değiştirmesi ile basın temel konuları hiç yazamayan bir yapı haline geldi.
BASIN “FETHEDİLMİŞ KALELER” HALİNE GELDİ
TURKTİME: Bu ilişkiler önceden daha mı iyiydi?
TAMER KORKMAZ: Örneğin basında bir dönem etkili olmuş isimlerden biri olan Haldun Simavi, Demirel hükümetine karşı kora kor mücadele etmişti ama kardeşi Erol Simavi daha uyumlu ilişkileri tercih etmişti. Daha çok statüko ile uyumlu olmaya çalışmış, bu anlamda bir zafiyeti olmuştu. Yani, eski yıllarda da bu ilişkiler açısından sorunlar vardı. Ama şimdi, basın, siyasal yapıyla ilişkiler anlamında tümüyle “fethedilmiş kaleler” durumuna geldi. Elbette bu çok büyük bir zafiyet. Sermaye yapısının değişmesi ile birlikte basındaki tekelleşme sürecini de hatırladığımız zaman fikirlerin serbest dolaşımının ortadan kalktığını, temel konuların yazılamadığını böylece basının asli görevini yapamaz noktaya geldiğini görüyoruz. Dolayısıyla gerçekte artık bu basın ölü bir basındır.
TURKTİME: Peki asli işini yapamayan basın şu an ne iş yapıyor?
TAMER KORKMAZ: Klasik tabirle, işlerinin takibini yapıyor. Yani ait oldukları holdinglerin işlerinin yürümesi için aracı, eldiven olarak basın kullanılıyor. Memleketteki sorgulanması gereken temel ve asli konulara basın zaten giremiyor.
EGEMEN BASIN SUSURLUK’UN ÜSTÜNÜ ÖRTTÜ
TURKTİME: Biraz haksızlık etmiyor musunuz? Örneğin Susurluk’u basın yazmasaydı ilişkiler ağı ortaya çıkmazdı deniyor…
TAMER KORKMAZ: Burada bir yanılsamaya dikkat edelim. Büyük, yani egemen basın, aslında Susurluk’la ilgili konuların kapatılmasına çalışan taraf oldu, açık eden değil. Ucundan kıyısından yazması önemli değil. Gazetecilikte fikri takip çok önemlidir. Basın bir konunun peşinden gidiyor mu? Hayır, böyle bir derdi yok. Susurluk skandalı ile ortaya çıkan ilişkiler ağına baktığımız zaman Türkiye’de basının bu ilişkileri ortaya çıkaran değil son tahlilde örtmeye çalışan taraf olduğu kanaatindeyim.
TURKTİME: Ama her gün bir yayın organı “flash flash” diye ortaya ne yaman şeyler çıkardıklarını övünerek duyuruyorlar. Ve gerçekten de her gün yeni bir şeyler öğreniyoruz. O zaman bu ortaya çıkanlar ne? Bir simülasyon mu?
TAMER KORKMAZ: Bazıları, dezenformasyon olarak ortaya çıkıyor. Bazıları, gerçekten ortaya çıkıyor ama devamı getirilmiyor. Ortaya çıkardıklarını fikri takiple sonuca ulaştırdıkları yok. Bakınız, 1972’deki Watergate olayını iki gazeteci patlattı. İki yıl ölümüne takip etti ve sonuca ulaştılar. İlk başlarda hiç kimse onlara inanmıyordu. Ama bizde, örneğin Danıştay saldırısı ile ilgili bir çok şey ortaya çıktı ama sonra unutuldu. Basınımız bunların hangisinin gerçek bilgi hangisinin dezenformasyon olduğunu ayırt edecek durumda değil. Çünkü bu konulara gerçekten kafa yormuyor. Bu konulara temel konular, yaptığı işe yaşam biçimi olarak bakmıyor, artık. İşlevsel olarak, “bunlar benim meselelerim” diyerek değerlendirmiyor. Bir yandan maniple ediyor, güdülüyor bir yandan maniple edilebiliyor!
TURKTİME: Maniplasyon demişken, basında çıkan haberlerle ilgili şöyle bir genel kanı da var. “ Evet, bu haber de gündemi değiştirmek için yaptırıldı.” Gerçekten de egemen güçler basını gündemi değiştirmek için kullanıyor mu? Yoksa bunu basın kendisi mi yapıyor?
TAMER KORKMAZ: Her ikisi de var. Bilerek alet oldukları da kesin. Aynı zamanda konulardaki bilgisizlikleri ve takip etme gibi bir dertlerinin olmaması her iki durumu da doğruluyor.
TURKTİME: Siz kırılma noktasını gazeteci patronun kalmadığı tarih olan 96’dan sonraya bağlıyorsunuz. O günden bu güne ne değişti?
TAMER KORKMAZ: Bu on yıl içerisinde basındaki sermaye yapısının değişikliği daha da kemikleşerek tamamlandı. Yani artık gazeteciliğin temel ilkeleri, bu tür yapılanma içinde bir yük haline geldi. Ticari konularda sıkıntı yaşamamak için gelen hükümetlerle ilişkilerini koruyabilmek düşüncesi yazılabilecek fikirlerin ve haberlerin alanını hayli daralttı…
MİLLİYET, ABDİ İPEKÇİ’NİN ÖLDÜRÜLMESİYLE BİRLİKTE BİTTİ
TURKTİME: Basından gelen patronların dönemi bitti, sermaye el değiştirdi, kabul. Peki gazetecilik patronda başlayıp patronda mı bitiyor? O anlı şanlı gazetecilerimiz, onlar ne yapıyor bu süreçte?
TAMER KORKMAZ: Evet, meselenin bu tarafını tartışmasaydık gerçekten eksik kalırdı. O dönemden bu döneme gelen gazeteciler de kendilerini yenileyemediler. Gazetecilik faaliyetlerinin yitip gitmesi noktasında, gazetecilik alanlarının daralması konusunda bir mücadele vermediler ve gerilediler. Sermaye yapısı el değiştirmeden önceki süreçte de gazeteciliğin ana ilkeleri ile ilgili büyük mirasın çok kötü kullanıldığını söyleyebiliriz. Örneğin o dönemlerde Abdi İpekçi ile birlikte Milliyet, gazeteciliğe bir yenilik getirdi. Daha sonra habercilik açısından önemli atılımlar yaptı, uzlaşma kültürü açısından da büyük bir fark ortaya koydu ama İpekçi suikastı ile birlikte Milliyet’in pozitif sayabileceğimiz o katkılarının hepsi de ortadan kalktı. Ercüment Karacan gazeteyi satmak istiyor, İpekçi direniyordu. İpekçi’nin öldürülmesinden sonra gazete satıldı, Milliyet’i Aydın Doğan aldı ve o dönemden sonra Milliyet ortada yok. Milliyet, daha sonra ordunun gazetesi olarak tutuldu. Yani bir anlamda teslim alındı. Adı yenilikle alınan gazete bir anda Türkiye’nin en tutucu gazetesi oldu ve bu gün de o sıkıntıları zirve noktada yaşıyor…
TURKTİME: Ya diğer gazeteler?
TAMER KORKMAZ: Haldun Simavi, 1960’ların sonundan itibaren Günaydın ile farklı bir gazete yaptı. Televizyonun yeni doğduğu bir dönemde farklı bir görsellikle öne çıktı. Bu yenilikleri 85’den sonra Sabah devam ettirdi. Söylemi değiştirdi. Ama sonradan Sabah’ın gazetecilik faaliyetleri de bankacılık faaliyetleri yüzünden büyük yara aldı. Şimdi tekrar normale dönmeye çalışıyorlarken TMSF el koydu. Yine 99’da Star bir farklılık getirdi ama patronunun yaşadığı sıkıntılar nedeni ile başarısız oldu. Buna karşılık 2000’li yılların gazetesi yok. 2000’li yıllardan kastım, sadece takvimle ilgili bir süreç değil. Özel televizyonlar 90’lı yıllarda zirve yaptı, sonra internet yaygınlaştı dolayısıyla gazeteler eski sunumlarıyla, eski alışkanlıklarıyla ve içerikleriyle devam ettikleri müddetçe kan kaybedeceklerdi ve öyle oldu. Sadece habercilik anlamında çürümekle kalmadılar kendilerini bu anlamda da yenileyemediler.
ARTIK KAĞITTAN GAZETELERİN DEVRİ KAPANDI!
TURKTİME: Hep söyleniyor; internet ilerde kağıttan gazeteleri yok edecek. O zaman bunu gelecek zamanla ifade etmenin bir anlamı yok. Zaten yok etti diyebilir miyiz?
TAMER KORKMAZ: Öyle… Var gibiler ama gerçekte yoklar. İnternet gazeteciliği henüz kurumsallaşamadı ama fikirlerin ve haberlerin serbest dolaşımı açısından şu anda kağıttan gazeteye göre tartışmasız daha özgür bir alan. Tazelik açısından baktığınız zaman kağıttan gazetelerin internetle yarışması zaten söz konusu bile değil. Hatta internet özel televizyonlara göre bile bu alanda daha avantajlı. Böyle olduğu için hem ürünün doğasından gelen avantajlar hem de biraz önce bahsettiğimiz Türkiye’nin özel şartlarından dolayı yazamama nedeni ile internet öne çıkıyor. Alışkanlıklar açısından kağıttan gazeteler var olsa bile etkilerini, güçlerini yitirecekler. Artık bu yapı eski haline gelmeyecek, kağıttan gazetelerin bir daha eski günlerine dönme olasılığını mümkün görmüyorum.
TURKTİME: Peki öldüğünü ve iğdiş edildiğini söylediğiniz medyanın tekrar ayağa kalkması için internet bir umut olabilir mi?
TAMER KORKMAZ: Evet, böyle bir umut var. En azından bu büyük fırsatı iyi değerlendirmek lazım. Ama bu, eski kötü alışkanlıklara devam etmekle olmaz. Yani vurdumduymazlığa, bir takım haberleri görmemeye güdülemeye devam edelim, birtakım haberleri vermezsek o haberlerin yokmuş gibi olacağı düşüncesine devam edelim gibi bir davranış içerisine girersek internet gazeteciliği de böyle bir lüksü kaldırmaz. Bu alışkanlıklarımız kısa sürede interneti de çürütebilir. Dolayısıyla internet medyası kurumsallaşırken bu otokritiği yaparak gelmesi lazım.
TURKTİME: Siyasilerle ilişkilerin haberlere etkisi yada reklam verenlerin olumlu haberlerini görüp olumsuz haberlerini yok sayma hastalığının internete de bulaştığını biliyoruz. Bu durum internet medyasını da öldürmez mi?
TAMER KORKMAZ: Evet. Basındaki eski hastalıkların burada da devam ettiğini görüyoruz. Ki benim de tam olarak söylemek istediğim budur. Bu da eski hastalıkların internet medyasına da sirayet etmiş olması ne yazık ki bu sürecin kolay olmayacağını gösteriyor. Dolayısıyla bizim medyanın kendisini otokontrole tabi tutması yönündeki tartışmalarımızın hedefine ulaşmayacağı yönünde pek de olumlu bir tablo çıkmıyor ortaya…
ÖZDEMİR İNCE HALA ASPARAGASINI SAVUNUYOR
TURKTİME: Bu sıkıntı sadece bize özgü bir sıkını mı yoksa dünyada da güç odaklarıyla ilişki benzer şekilde problemli bir durumda mı?
TAMER KORKMAZ: Batı medyasına baktığımızda orada da problemli taraflar görüyoruz. Onların da kendileri açısından gerilemeleri var ama biz onlarla karşılaştırıldığımızda kıyaslanamayacak ölçüde sorunluyuz. Örneğin orada bir yazar başka bir yazarın yazısını kaynak belirtmeden, kendisininmiş gibi bir alıntı yaptığı zaman tamamen basının dışına çıkarılabiliyor, dışlanabiliyor. Batıda bu durum büyük bir ahlaki sorun olabiliyor. Bizde böyle bir konu hiçbir zaman tartışılmaz bile. Yine mesela batı gazetelerinde bir genel yayın yönetmeni kendisi aleyhine bir haberi manşete koyabiliyor. 1998 Ağustos’unda Boston Globe’un yayın müdürü gazetesindeki 53 kişinin kendi aleyhine verdikleri deklarasyonu gazetesinde yan manşetten yayınlamıştı! Bu, Türkiye’de basının rüyasında bile göremeyeceği bir davranıştır…
TURKTİME: Peki Türkiye de bu ahlak neden yerleştirilemiyor?
TAMER KORKMAZ: Bu, bir anda olmadı. Yıllara yayılan bir çürümüşlük var. Türkiye’deki asparagas geleneği kendini bir anlamda yeniden üretti. Örneğin son dönemlerin en büyük asparagas haberlerinden bir tanesi Hürriyet’in verdiği “Fransa’da yaşayan mini etekli kızı diri diri yaktılar” haberidir. Bunun asparagas olduğu kanıtlandı. Ama örneğin geçen hafta Özdemir İnce hala o haberin doğru olduğunu iddia edebiliyordu! Ama bu haberin sadece normal şartlarda oda sıcaklığında değil, uzayda, deniz kenarında, dağda, her türlü şartta doğru olmadığı kanıtlandı. Burada şöyle bir problem var. İngiliz tabloid basınından gelme bir gelenek var. Bu gelenek ilginçtir Türkiye’de yaşam biçimi haline geldi.
TURKTİME: Nedir o gelenek?
TAMER KORKMAZ: “Gerçeğin iyi bir öyküyü bozmasına izin verme.” Yani buradaki kural, “gerçeğe ulaşıp da ne yapacaksın, iyi öykü önemlidir” meselesi! İyi öykü kurmacadır, mizansendir! Örneğin ara rejim dönemlerinde darbeci güçler ya da psikolojik harekatın arkasındaki askerler, fabrikasyon, mizansen ve düzmece haberlere ihtiyaç duydular. Ve bu tür haberler yıllardan beri basın içerisinde bir alışkanlık haline geldi. Siyasetle ilgisi olmayan spor gazeteciliğinde bile bu alışkanlık yerleşti. Bakıyorsunuz; 85 tane transfer haberinden dört tanesi doğru çıkıyor. Olay bu kadar komik hale geldi ama geçenlerde Ertuğrul Özkök tutup bu komediyi savundu. “Bu futbolcular zaten alınamayacak biliyoruz. Ama hiç olmazsa taraftarlar sayfalarda görsün, sevinsinler, kendilerini tatmin etsinler diye yapıyoruz” şeklinde itirafta bulundu. Yani Özkök bu çürütücülüğü zirveye taşıdı.
ERTUĞRUL ÖZKÖK TÜRK BASINININ GELMİŞ GEÇMİŞ EN BÜYÜK ÇÜRÜTÜCÜSÜDÜR!
TURKTİME: Sizin çürümeyi açıklamak için kullandığınız bu örneği Türk basının amiral gemisi olan Hürriyet’in genel yayın yönetmeninin bir marifetmiş ya da normal bir şeymiş gibi söyleyebilmesi nasıl bir garabettir?
TAMER KORKMAZ: Bu, çok travmatik bir sorundur. Meslekle ilgili temel bir sorunu da aşan ruhsal bir sorundur, artık. Ertuğrul Özkök Türk basının gelmiş geçmiş en büyük çürütücüsüdür. Türk basınına en büyük kötülüğü yapan kişidir. Pazartesi başka Salı tam tersi bir fikir! Türban, 28 Şubat ya da bazı konularda gömlek değiştirir gibi fikir değiştirmektedir. Adeta fikirler gardrobu olan birisinden söz ediyoruz! Asla omurgası olmayan ve bu pozisyonu da meşru bir durum olarak göstermeye çalışan bir büyük çürütücüden bahsediyoruz. Bu, meslek ahlakı ile ilgili çok ciddi bir sorundur.
TURKTİME: Böyle bir çürütücünün 16 yıl gibi rekor bir süre Hürriyet gibi bir gazetenin genel yayın yönetmenliğinde bulunuyor olması, Özkök’ün yaşadığı ahlaki sorunun Türk basının yaşadığı ahlaki sorunla örtüştüğü ve birbirini olumladığı anlamına gelmez mi?
TAMER KORKMAZ: Bu sürenin bu kadar uzun olmasının basının tamamen çürüdüğü bir döneme denk gelmesi kesinlikle bir rastlantı değildir. Özkök’ün bu kadar uzun süre genel yayın yönetmenliğinde kalmış olması, burada neyi başardığıyla ilgili bir tartışmayı gündeme getirir. Özkök, Haldun Simavi ve Abdi İpekçi gibi gazeteciliği yenileyen, alanını genişleten bir adam olarak mı ortaya çıktı? Hayır. Çürüten bir adam olarak ortaya çıktı.
ÖZKÖK, GAZETECİLİKTE DEĞİL, PATRONUNUN HAKLARINI KORUMAKTA BAŞARILI!
TURKTİME: Özkök’ün başardığı şeyler yok mu?
TAMER KORKMAZ: Tamam, bir şeyler başardı. Ama başardığı şey çoğunlukla gazetecilikle ilgili değil!
TURKTİME: Ne başardı peki?
TAMER KORKMAZ: Patronunun haklarını korumayı başardı. İş takibini başardı. Ne diyordu kendisi; “Genel yayın yönetmenliği benim işimin içinde yüzde 20’yi oluşturuyor.” Yani yüzde 80 başka işlerle uğraşıyor. Bu, genel yayın yönetmenlerinin gazetecilik dışında başka işlerle uğraştığını gösteriyor. Genel yayın yönetmenlerinin 100 bin dolar maaş aldığı bir dönem yaşadık. Hiç kimseye sırf gazetecilik için 100 bin dolar maaş verilmez bu ülkede. Bu yapıdan dolayı üst yöneticiler çok iyi ücretler alırken, bu işin emekçileri, yani muhabirler, hak ettikleri ücreti alamadı ve basındaki gazetecilik yapısının çürümesi ile birlikte gazetecilikteki en önemli şey olan muhabirliğin tu kaka edildiği bir dönem yaşandı, yaşanıyor. Muhabirler azaldı ve iyi muhabirler bir şekilde piyasadan çekildi. Ertuğrul Özkök’ün gazetesiyle ilgili yaptığı yorumlarda daha magazinel bir gazete öne çıkarma noktasında hevesli olduğunu görüyoruz. Ama geçmişte 10 ay gibi bir süre Hürriyet’te yayın yönetmenliği yapmış olan Rahmi Turan, ki o zaman Özkök Ankara temsilcisiydi, Hürriyet’ten gazeteyi haddinden fazla magazinleştirdiği gerekçesiyle kovuldu. Ama baktığımız zaman son 4-5 yıldaki Hürriyet, Rahmi Turan’ın magazinleştirdiği Hürriyet’i fersah fersah aştı! Ve günümüzde Gözcü kapandı; Rahmi Turan tekrar Hürriyet gazetesine yazar olarak dönüyor!
TURKTİME: Genel yayın yönetmenlerinin asıl işinin patronun işini takip etmesi Ankara Temsilcilerinin belli bir süre sonra Genel yayın yönetmeni olmalarında etkili oluyor mu? Özkök, Hasan Cemal, Sedat Ergin… Hepsi Ankara temsilcisiydi…Bu fotoğrafı böyle okuyabilir miyiz?
TAMER KORKMAZ: Burada iki kavramı karıştırmamak lazım. Gazetecilikte gazetecilerin Ankara deneyimleri çok önemlidir. Ankara deneyimini yaşadıktan sonra İstanbul’da gazete yönetimine gitmek hiyerarşik anlamda çok doğru bir adımdır. Bu tercihin iş takipçiliği ile ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Hiyerarşik açıdan, içerik açısından birçok iyi miras da var. Ama Hürriyet çok kötü bir mirasyedi durumunda. Yani Ankara temsilciliğinden genel yayın yönetmenliğine gitmek önemli bir miras ama asıl gidenlerin orada ne yaptığı önemli.
MİLLİYET ABDİ İPEKÇİ SUİKASTİNİN PERDE ARKASI İLE YÜZLEŞEMEZ!
TURKTİME: Milliyet’in Abdi İpekçi’nin ölümü ile birlikte bittiğini söylemiştiniz. Sedat Ergin ile tekrar eski günlere dönmeye çalışan Milliyet bunu başarabilir mi?
TAMER KORKMAZ: Hayır… Bunu başarması mümkün görünmüyor…
TURKTİME: Neden?
TAMER KORKMAZ: Çünkü Milliyet artık çok sıkıcı, kendisinden hiçbir sürpriz beklenemeyen bir gazete haline geldi. Milliyet’in statükonun gazetesi noktasını aşması çok zor. Bu pozisyonunu kırması beklenmiyor. Sedat Ergin gazeteci duyarlılığı olan bir kişi ama bu gidişatı değiştirebilecek gibi görünmüyor. Kim gelirse gelsin, bu yapıyı kıracak durumda değil. Çünkü Milliyet gazetecilik faaliyetleri açısından bir çaba sarfetmiyor. Titizlikle hazırlanmış bir gazete değil. Tutucu bir gazete. “Gerçeğin peşinde mi koşacak statükocu bir gazete mi olacak?” Milliyet’in karar vermesi gereken kritik eşik bu soruda yatıyor.
TURKTİME: Milliyet’in bu sorunun cevabıyla ilgili tercihi ne olacak peki?
TAMER KORKMAZ: Milliyet Abdi İpekçi suikastının peşine gitmemeye devam edecektir. Bakınız, Milliyet açısından çok kritik bir soru soruyorum: Farz edelim, bir gelişme oldu ve İpekçi suikastının perde arkası aydınlatıldı; Milliyet gazetesi, yöneticiler başta olmak üzere bu sonuçla yüzleşebilecekler mi?
TURKTİME: Neden yüzleşemesinler?
TAMER KORKMAZ: Çünkü bugün çok kıymetli başyazarının, genel yayın müdürünün uğradığı suikastının arkasında kimin olduğu aslında çoktan ortaya çıktı. Bunun arkasında ABD/NATO yapısının olduğu çok net bir şekilde kesinleşti. Bu sonuç Milliyet gazetesini rahatsız eder mi etmez mi?
TURKTİME: Milliyet neden bu şekilde davranıyor?
TAMER KORKMAZ: Türkiye’de ABD eksenindeki devlet mekanizması 1944-2006 yılları arasında hüküm sürdü. Bu yapı içerisinde Milliyet’in rolü de statükoyu korumaya çalışan ve büyük olayları, Türkiye’nin büyük kusurlarını ve gerçeklerini örtbas etmektir! Statüko bunu örtmeye çalıştığı için Milliyet de burada ana akım gazete olarak böyle vazifelendirildiği için böyle davrandı…
TURKTİME: Siz bir süredir yazılarınızda Türkiye’de artık statükonun değiştiğini söylüyorsunuz. Bu değişiklik medyadaki statükocu yapılanmayı da değiştirecek mi?
TAMER KORKMAZ: Evet, statükonun değişmesi ile birlikte medyadaki yapılanma da er ya da geç doğal olarak değişecektir.
TURKTİME: Doğan Grubu kapatma nedenini açıklasa da buna kendileri dahil kimse inanmadı. Gözcü Gazetesi’nin kapatılma gerekçesi size inandırıcı geldi mi?
TAMER KORKMAZ: Şu bir gerçek ki, Gözcü bu grubun “haşarı çocuğu” idi! Özellikle Hürriyet ve Sabah grupları yeni gazeteler çıkarırken çok fazla yap boz uyguladılar. Bu şartlarda Gözcü’nün 10 yılı aşması da sürpriz aslında. Rahmi Turan’ın bu grup içerisinde yapmış olduğu başka denemeler de oldu. Ama denemeler çok kısa süreli oluyor. Bu denemelerin gazeteciliği geliştirme anlamında değil “bu da lazım olur” ya da “bu da haşarı çocuğumuz olsun” gibi mantığı var. Genel anlamda baktığımızda, gazetecilik anlamında yaşanan sorunlar burada da ortaya çıkıyor. Ama Gözcü özelinde baktığımızda, eğer hükümetten gelen baskılar nedeniyle böyle bir şey olmuşsa bu çok büyük bir yanlış. Evet Gözcü, konserve bir gazeteydi. Fikirlerini benimsediğim bir gazete değildi. Ama bir zenginlikti ve var olmalıydı. Gerçek bir gazeteci fikirlerini benimsemediği bir gazetenin kapanmasına sevinmemeli…
BASINDAKİ SANSÜRÜ KİMSE İNKAR ETMESİN
TURKTİME: Gerek fikirlerin sunumu gerekse haberlerin dolaşımı açısından sansür, hepimizin malumu ama gazetecilere, yazarlara yada medya patronlarına bu konuda ne sorulsa açıktan söyleyecekleri zaman sansürle ilgili herkes bembeyaz bir sicilden bahsediyor. Bu tavır ne kadar doğru?
TAMER KORKMAZ: Türk basınındaki sansür problemini kimse inkar etmesin. Bunu mecburi istikamet ya da “bizde sansür olmuyor” gibi göstermeye çalışmasın. Türk basınındaki sansür, güneşin yarın doğacağından daha büyük bir gerçektir. Türk basınında hem yazarlara hem de fikirlerin serbest dolaşması anlamında sansür uygulanıyor. Bu çok açık ve net. Sansür bazen hükümetlerin baskısıyla oluyor, bazen gazete yönetimlerinin egemen olma duygusu ve şahsi ilişkilerini koruma güdüsü ile bağlantılı olarak haksız, sübjektif ve keyfi olarak ortaya çıkıyor. Bu sansür mekanizmasını inkar ederek bir yere varmak mümkün değildir. Sansür mekanizması doğal bir şeymiş gibi kabul edildiği zaman, ortada basının varlık nedeni kalmaz.
TURKTİME: O zaman neden yokmuş gibi davranılıyor?
TAMER KORKMAZ: Hasıraltı edelim, gerçeği gizleyelim kendimizi iyi gösterelim duygusu var burada. Bakınız; Türkiye’de fikir özgürlüğünü en çok savunan insanlardan bazıları Kurtlar Vadisi’nin sansür edilmesine yüzde yüz destek verdiler. Örneğin fikir hürriyeti söylemlerinin şampiyon gazetesi Star, Kurtlar Vadisi’ne yapılan sansüre kılını kıpırdatmadı. Hatta destekledi. RTÜK Başkanı da yaptığı açıklamada Kurtlar Vadisi’ne yapılan sansürü yalanlarken teyit etmiş oldu! En özgürlükçü yazarlar sansürü babalar gibi desteklediler. Yarın tekrar başka bir konuda bu sefer fikir özgürlüğü diyecekler hiç merak etmeyin!
SANSÜRE ALKIŞ TUTAN ÖZGÜRLÜKÇÜLER!
TURKTİME: Kutlar Vadisi bu haliyle yayınlanmalı mıydı yani?
TAMER KORKMAZ: Kesinlikle... Özellikle bu haliyle yayınlanmalıydı. Eleştirenlere baktığımızda; 97 bölümlük ilk seriyi seyretmeyenlerin, Kurtlar Vadisi-Terör’ün ilk bölümünü seyretmeyenlerin eleştirdiğini görüyoruz. Terminatör’lere sesini çıkarmayanlar son dönemde Kill-Bill’deki ileri derecedeki şiddet sahnelerinin ne kadar estetik olduğunu ballandıra ballandıra anlatanlar KV’nin birinci serisindeki görüntülerden yola çıkarak yeni başlayan bölümün sansürlenmesine çanak tuttular! Böyle bir absürd durum var ortada…
TURKTİME: Sansürde sadece şiddet değil, terörün yorumu da etkili oldu ama…
TAMER KORKMAZ: Kurtlar Vadisi’nin yapımcıları, senaristi; ithamların aksine Türk-Kürt kardeşliğini tesis etmek için yola çıkmışlardı. Terörün arka planını anlatmak istiyorlardı. Hem uluslar arası hem de içerdeki işbirlikçileri deşifre etmekti amaçları! Ama birtakım iftiralarla karşılaşarak yolları kesildi. Bu dizinin Kürtlere karşı olmak gibi bir düşüncesi yoktu. Birinci bölümde bu görüldü. Türkiye’deki terör hadisesinin perde arkasını öğrenmeye cesaret edemiyor musunuz? Soru budur. Perde arkasını öğrendiğiniz zaman kanayan bu yaranın kapanması için bir sonuç ortaya çıkacaktı ama bir takım iftira ve kirli propagandalarla KV sansür edildi ve özgürlükçü geçinenler de bu sansür faşizmini desteklediler.
MEDYADAKİ “FETHULLAHÇI PARANOYA”NIN ANLAMI!
TURKTİME: Emniyet yada Askerle ilgili gizli bir bilgi basına sızdı mı hemen “İçerdeki Fethullahçılar sızdırdı” komplo teorileri başlıyor. Genelkurmay andıçı ile ilgili gelişmeler yaşadığımız son örnek. Neden adres hemen sizin grup oluyor? Medyadaki bu paranoyanın sebebi ne?
TAMER KORKMAZ: Olayların perde arkasını örtmek için böylesi bir iftira kampanyası düzenlemek çok kullanışlı bir şeydir! Olağan şüpheliler meselesi! Andıç gerçek mi? Evet. Peki bunu tartışmak mı önemli yoksa nasıl sızdığını bulmak mı? Filancacılar diyerek yaptıkları bu kirli kampanya arzın merkezine seyahati engellemeye çabalayan bir dezenformasyondur. Bir hasır altı etme numarasıdır.
TURKTİME: Peki dezenformasyon neden illa da “Fethullahçı” koduyla yapılıyor?
TAMER KORKMAZ: Çok daha konforlu olduğu için. Böyle yapılarak konular daha kolay örtülüyor!
TURKTİME: Hedefe konan kesim aynı zamanda bir medya gücü de taşıyor. Bu hedef gösterme ya da saptırma bir taşla iki kuş vurma anlamına da gelir mi?
TAMER KORKMAZ: Tabii ki. Sonuçta olayın medya boyutu da açık. Medyanın belli bir tarafının birtakım konuların üzerine gitmesini bundan sonraki aşamada engelleme gibi bir yönü de var.
DİNCİ MEDYA DİYEREK BAZI KESİMLERİ ETKİSİZLEŞTİRMEYE ÇALIŞTILAR
TURKTİME: Medyada birçok bölünmüşlük var. Örneğin “kartel medya ve diğerleri” kadar belirgin bir ayrım “İslamcı medya ve diğerleri.” Siz bu sınıflamayı nasıl buluyorsunuz? İslamcı medya diye bir şey var mı?
TAMER KORKMAZ: Medyada hakim olan gazeteler, bir tarafın yayınlarının içeriğini tartışmak yerine ona belli bir etiket kondurarak etkisizleştirmek istediler. Dinci medya diyerek özelde yazdıklarını, genelde varlıklarını etkisizleştirmek, devre dışı bırakmak istediler ve bu ayrım vaktiyle oradan başladı.
TURKTİME: Bu etkisizleştirmeye çalışmanın sonuçlarını dinci diye tabir edilen medya organlarına uygulanan akreditasyonlarla somut bir şekilde görüyoruz. Bu durumda sorun sadece birilerinin çabasından ziyade daha derin değil mi?
TAMER KORKMAZ: Benim 28 Şubat sürecinde tam 25 tane yazım Çevik Bir tarafından o zamanki gazete ilgilisinin önüne kondu; “Bunlar ne böyle?” diye! Böyle bir şey gerçekleştiği için hiçbir zaman yazdıklarımdan dönmedim. Duruşumdan zerre miskal taviz vermedim. Neticede bugün Çevik Bir nerede? Bakın ben buradayım! Ben fikirlerimi söylüyorum. Çevik Bir ortada yok. Çevik Bir Ekim 2002’de ABD’de katıldığı bir toplantıda “28 Şubat’ta bizi medya dolduruşa getirdi” dedi. Bunu da yazan benim. Yalanlama gelmedi. Elbette 28 Şubat’taki olayı sadece bu dolduruşla açıklamak kafi değil! Ya? Bunu söyleyerek kendisini savunamayacak durumda olduğunu gösterdi…
TURKTİME: Muhafazakar medyaya akredite uygulamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
TAMER KORKMAZ: Akredite uygulaması tepeden tırnağa tamamen yanlıştır. 28 Şubat sürecinde böyle bir uygulama yapılarak basın etkisizleştirilmeye çalışıldı ve hedef tahtasına kondu. Bu tavırla etkisizleştirme, kenarda tutma ve herkesin belli bir kesimin gazetelerine karşı negatif bir uygulamaya girmesi için toplumsal ve psikolojik bir hareket uygulandı. Sadece Genelkurmay’ın ambargosu, ayrımcılık yapması değil sorun. Hükümetin de hiçbir gazeteye ambargo uygulamaması, ayrımcılık yapmaması gerekiyor. Genelkurmayın bazı gazetelere ambargo uygulaması nasıl büyük bir yanlışsa hükümetin de bazı gazetelere ambargo uygulaması yanlıştır. İki yanlıştan bir doğru çıkmaz.
HÜRRİYET GAZETESİ MİRASTAN YİYOR AMA O MİRAS BİTECEK
TURKTİME: Örneğin hala Ertuğrul Özkök gibi 28 Şubat’ı savunan özgürlükçü yayın yönetmenleri var. Buna ne diyorsunuz?
TAMER KORKMAZ: Onların utanmaları gerekiyor ama maalesef utanmıyorlar. Çünkü bunların iyi hal kağıdı yok. Bırakın genel yayın müdürlüğünü bunların gazetecilik yapması bile çok absürd bir şey. Örneğin Amiral Gemisi’nin kaptanı 1997’de Çankaya’da Susurluk zirvesi yapıldığı zaman “Susurluk’ta askerler de vardı” diye manşet atmıştı. Ertesi gün beş tane general aradı; tam tersini manşet yaptı! Biz böyle bir gazete yöneticisinden bahsediyoruz. Onun için, “Ben hala 28 Şubat’ı savunuyorum” diyorsanız; size sorulan sorulara ikna edici cevaplar vermeniz lazım. Ama böyle bir şey yok. Öncelikle “Mini etekli kızı diri diri yaktılar” asparagası gibi onlarca asparagasın hesabını vermeliler. Türkiye’de toplumsal hafıza çok zayıf diye bütün bunları yedirdiğinizi mi sanıyorsunuz?
TURKTİME: Demek ki yediriliyor. Baksanıza, Hürriyet hala en büyük gazete…
TAMER KORKMAZ: Toplumda elbette gazeteler konusunda yıllanmış bir alışkanlık, koşullanmışlık var. Hürriyet gazetesi sürekli o köklü mirastan yiyor. Ama unutmayın bu miras bir gün bitecek!
ASKERİN MEDYAYI KULLANDIĞI YAPI ARTIK SONA ERDİ
TURKTİME: Sık sık derin devletten bahsediliyor. Derin devlet varsa, derin medya da olmalı. Var mı böyle derin bir medya?
TAMER KORKMAZ: 28 Şubat sürecinde derin devlet mekanizmasına medyayı yönlendirmek için birtakım servisler yapıldı. Uydurma haberler yayınlandı. O anlamda bazı gazeteciler kullanıldı. Askerle iyi ilişkiler kurmak gazeteci olarak muteber olmak gibi algılandı ve o şekilde yansıtıldı. Ama ben artık bu yapıların sona erdiğini düşünüyorum.
TURKTİME: Artık medya kendini kullandırmıyor mu yani?
TAMER KORKMAZ: O anlamda demiyorum. Şöyle söyleyeyim; Artık medyayı bu şekilde kullanacak güç odakları güçlerini kaybetti. Çünkü artık devlet yönetiminde temelde yaşanan bir değişiklik oldu. Daha sivil, demokratik bir kulvarda ilerleyen; bölgesel güç olmaya başlayan bir Türkiye var artık. Bir başlangıç aşamasından söz ediyorum…
TURKTİME: Medya bu değişikliğin farkında mı?
TAMER KORKMAZ: Maalesef henüz değil. Yansımaları ortaya çıktı ama medya bunu henüz görmüyor.
TURKTİME: Nedir bu yansımalar?
TAMER KORKMAZ: Mesela Ahmedinejad ile Kral Abdullah görüşüyor. Eski kalıplarla baktığınızda İran ile Suudi Arabistan’ın bir araya gelmesi ancak sürrealist bir filmde görebileceğiniz bir şey. Ancak bu kamera şakası falan değil, gerçeğin ta kendisi! Ve dahası bunun olmasında Ankara çok önemli bir rol oynuyor. Bu, Türkiye sayesinde gerçekleşti. Yine Türkiye’deki eyalet sistemi tartışmaları, MİT Müsteşarının statükoyu eleştiren ve daha geniş ufuklu bir Türkiye’den bahseden Ocak’taki raporu ya da cumhurbaşkanlığı sürecinde askerin eskisi gibi müdahale etmemesi gibi gelişmeler bunun yansımalarıdır. Yine Orgeneral Hilmi Özkök dönemindeki normalleşen ilişkilerin bu dönemde de devam ettiğini görüyoruz.
TURKTİME: Ama bu ay yapılacak MGK’da bazılarının askerin kulak çekecek olması yönünde ciddi beklentileri var. Bu normalleşen ilişkiler aynı şekilde devam eder mi?
TAMER KORKMAZ: Tabii ki devam edecek. Cumhurbaşkanlığı sürecini kesinlikle asker belirleyemeyecek. Çok net söylüyorum…
TUNCAY ÖKAN PETER İLKESİNİ ACINACAK HALE GETİRDİ
TURKTİME: Ben yine medyaya ve gazetecilere dönmek istiyorum. Siyasete angaje gazeteler kadar siyasetçi gibi davranan gazeteciler de tartışma konusu. Örneğin Tuncay Özkan. Bu eksen değişikliğini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
TAMER KORKMAZ: Buradaki problem şu; Tuncay Özkan eleştirilerini gazeteci olarak ortaya koysaydı, kimse bir şey demezdi. Ama Tuncay Özkan, bunun tamamen dışına çıkmış, bir siyasetçi gibi miting miting dolaşan, boyundan büyük laflar söyleyen, siyasetçiliği de geçtik, “solu birleştirmeye çalışan” biri havalarında! Şimdi mesela mitinglerde “Bir elimde Kuran bir elimde Nutuk!” diyen Tuncay Özkan’ın dini konularda aslında ne düşündüğüne, 90’ların ilk yarısında TBMM çatısı altında birlikte parlamento muhabirliği yaptığımız dönemde şahit oldum. Dindarlara karşı sarf ettiği çirkin sözleri kulaklarımla işittim, hiç medeni olmayan ve ayrımcı davranışlarına karşı gereken cevapları o zaman elbette verdim. Özkan’ın geçmişte söyledikleri ile bugün söyledikleri arasında büyük bir problem var…
Peter İlkesi vardır. Bu ilke der ki: “Herkesin bir yeteneksizlik sınırı vardır.” Bu kişi 13-14 yıl önce ekonomik şartları iyi olmayan bir muhabirdi. Daha sonra Uğur Dündar’ın yanına zıpladı. Ona birtakım yanlışlıklar yaptı. Daha sonra medya grup başkanı ve en sonunda bir televizyon sahibi oldu!
TURKTİME: Olmaz mı?
TAMER KORKMAZ: Bir gazeteci, muhabirken neticede genel yayın müdürü olabilir. Normali bu. Ama televizyon sahibi olduğunuz zaman artık Peter İlkesi’nin bile acınacak bir hale geldiğini görüyorsunuz. Burada bir problem var; kazançlarını nereden bulduğu ile ilgili çok ciddi bir soru işareti var ve bu sorulara gerekli cevapları veremiyor.
EMİN ÇÖLAŞAN’IN KAZANCI İLE İLGİLİ SÖYLEDİKLERİNDEN SÖYLEYEMEDİKLERİ ÖNEMLİ
TURKTİME: Kazancı konusunda cevap veremeyen sadece Tuncay Özkan değil. Emin Çölaşan’da ısrarla cevap vermekten kaçıyor..
TAMER KORKMAZ: Evet, Emin Çölaşan tartışmasında da aynı sorun söz konusu. Bizlere mal bildirimi formu gönderiliyor ve mal beyanında bulunuyoruz. Ama Emin Çölaşan mal beyanı yapamıyor. “Melih Gökçek söyledi diye mi açıklayacağım” diyor. Kırmızı Çizgi dergisi Çölaşan ile ilgili yayını yaptıktan sonra Ankara Valiliği Ankaralı yazarlardan mal bildirimi istedi. Hepimiz gönderdik. Ama Çölaşan’ın mal beyanından hala söz edemiyoruz. Neden acaba? “Gökçek kim oluyor ki mal bildirimimi soruyor” diyor. Ama devlet mal bildirimini istediği zaman verebiliyor mu Çölaşan? Hayır, veremiyor. Dolayısıyla, Emin Çölaşan’ın bu konuda söylediklerinden çok söyleyemedikleri önemli.
HABERTÜK’ÜN AMERİKANCILIĞI VE MEDYADAKİ AMERİKANCILAR…
TURKTİME: “Bir muhabir en fazla genel yayın yönetmeni olabilir, eğer TV sahibi oluyorlarsa burada problem vardır.” dediniz. Ama bunun tek örneği Tuncay Özkan değil. Örneğin Ufuk Güldemir de kendi televizyonunu kurdu ve bazı aksi iddialara rağmen sermayesini “Her şeye iki bilgisayarla bir bodrum katında başladım.” diyerek açıklıyor. Ufuk Güldemir’in açıklaması ne kadar inandırıcı sizce?
TAMER KORKMAZ: Habertürk’ün sermayesinin nereden geldiği ile ilgili kesin bir bilgimiz yok. Buna karşılık Habertürk’ün genelde Amerikan politikalarını takip eden yayın çizgisi dikkat çekici…
TURKTİME: Habertürk’ün Amerikancılığı demişken, medyadaki Amerikancılık da ayrı bir konu. Medyadaki Amerikancılığı neye bağlıyorsunuz?
TAMER KORKMAZ: Bunun genetik bir tarafı var. Uzun yıllar hakim olan devletin içindeki Amerikan eksenli yapının doğal olarak medyadaki Amerikancılığı ürettiğini de görebiliriz. Egemen medyadaki Amerikancılar, uzun yıllar önemli bir yer tutmuş durumda. Irak bombalanırken bazıları sevinçten çığlık atıyorlardı, duygulanıyorlardı, gözleri yaşarıyordu. Burada sürekli Amerika’nın borazanı oldular, Amerikan tezlerini gözleri kapalı olarak sütunlarına ya da gazetelerine yansıttılar…
Türk basınında iliştirilmiş gazetecilikten öte, bütün fikirlerini Amerikan-İsrail eksenli fikirlerden oluşturan gazeteciler ve yazarlar tanıyoruz. Sabah gazetesi “Saddam’a suçüstü” manşetini attı; BM’de Colin Powell kitle imha silahı diye “çizgi film” oynatırken! Bunu yaparken kendisi bile pişmandı yaptığından dolayı; o dahi inanmıyordu. Ama bizim Amerikancılar kraldan bile fazla kralcıydı. Bütün bu yalanları Türk basını Amerika’daki basın gibi doğruymuşçasına yazdı. Amerika’da bunu yazan gazeteler yalanın ortaya çıkmasından sonrasına özür dilediler ama bizimkiler arkalarına bile bakmadılar. Hala da Amerikancılıklarına devam ediyorlar. Tezkerede “öldük, bittik, mahvolduk, ABD’siz hiçbir şey yapamayız” dediler. Bütün tezleri yanlış çıktı. Bunu ABD’nin tezlerini savundukları için yaptılar. Bazı muhafazakar gazetelerde bile birtakım yazarlar ısrarla tezkerecilik yaptılar. Üstelik “Güçlü olan haklıdır” gibi son derece berbat bir noktada durdular. Adeta Amerika’nın düdüğü oldular. Hala daha Türk basınında Amerikan ağzıyla yazıp çizmeler çok ciddi bir sorun olarak devam ediyor…
TURKTİME: Bu konuda sicili görece en düzgün ve bozuk olan gazeteler hangileridir?
TAMER KORKMAZ: Amerikan ağzıyla yayın yapma hususunda sicili tertemiz olan gazete yok denecek kadar azdır. Amerikancı çizgi bağlamında özellikle Hürriyet en önde yer almıştır.
MEDYADAKİ KAST’IN GELDİĞİ BOYUT!
TURKTİME: Haberlerin gerçekten var olması bazı gazetecilerin yada gazetelerin görmesi durumunda anlam kazanıyor. Bir anlamda basında kast sistemi oluşmuş durumda. Bu kast yapılanması olması gereken medyanın ne tarafına düşüyor?
TAMER KORKMAZ: Bu belki de en önemli konulardan biri. Türk basınında birtakım haberler çıktığı zaman eğer sizin savunduğunuz fikirlerin aleyhindeyse bu haberler herkesin gördüğü gerçekler olsa da yok sayıyorlar. Herkesin gördüğü bir şeyi yok sayarak haberi yok saymak da gazeteciliği çürüten nedenlerden birisi. Türk basınında hakim olan birkaç gazeteci o konulara itibar etmezse o konu yok sayılıyor!
TURKTİME: Bu tutum sadece bize özgü mü?
TAMER KORKMAZ: Başlangıçta verdiğim örnek üzerinden anlatayım. 1998’de Boston Globe’un tecrübeli yazarı Mike Barnicle’ın intihal yapması nedeniyle işini kaybetmesi süreci ilk elde gerçekleşmemişti. Yani bu kişinin yaptığı alıntıların aslında bir mizah yazarının olduğu ortaya çıkınca genel yayın müdürü onun görevine son vermedi. O 53 kişinin içerden verdikleri deklarasyon bu yüzdendi! Bu olay ABD basınında iki hafta boyunca tartışıldı. Genel yayın müdürü belli ölçüde ceza uygulaması yaptı ama işine son vermedi. Bu olayın üzerinden 10 gün geçtikten sonra şehirdeki bir grup bağımsız gencin çıkardığı ve ortalama vatandaşın pek bilmediği haftalık bir gazete bu gazetecinin daha önce yaptığı tam 20 değişik intihali yayınladı. Sonuçta yazarın ipini ABD’de ilk 1300 gazete arasına yani sıralamaya bile girmeyen küçük bir gazetenin haberi çekti! Türkiye’de olsaydı, “seni tanımıyorum, yazdıklarını da kabul etmiyorum” denirdi. Bir haberi pek bilinmeyen bir gazete ya da gazeteci yazdığı zaman yok mu sayacağız?
TURKTİME: Bu kast delinir mi bizde?
TAMER KORKMAZ: Pek sanmıyorum. Ama sonuçta olmak zorundadır. Çünkü dibe vurmuş bir şeyden bahsediyoruz. Şu anda çok karanlık bir tablo olsa da, kast konusunda en azından olumlu gelişmelerin olabileceğine inanmak istiyoruz. Kağıttan gazetelerden benim pek ümidim yok. Eğer internet gazeteciliğine yatırım yapanlar bunun aynı zamanda medya içinde yeni bir sayfa olduğunu görürlerse ve fikirlerin serbest dolaşımı noktasında avantajın farkına varırlarsa bazı şeyler gerçekten değişebilir. İnternet gazeteciliği çarkıfeleğin bir kez daha çevrilmesi için şanstır. Bunu en azından denemeliyiz.
TURKTİME: Son olarak TMSF’nin Sabah grubuna el koymasına ne diyorsunuz?
TAMER KORKMAZ: Doğrusu 1 Nisan şakası gibiydi ama anında öyle olmadığını gördük. Çok ciddi bir olay, muazzam bir gelişme. Şu anda hükümetle bağlantılı diye yorumlanacak olsa da daha geniş anlamda bakmak lazım; basındaki taşların temelli yerinden oynayacağının işaretidir. Uzan olayı ile benzer bir terazide tartılabilecek bir gelişme. Dinç Bilgin’in üç hafta önce TMSF’ye gitmesi yeterince ilginç!
Haberin Videosu
isa 26 Eylül 2007 Çarşamba
|
Oguz 25 Ağustos 2007 Cumartesi
|