Türkiye’de siyaset hiçbir zaman hizmet yarışı temelinde, düşük yoğunluklu bir mücadele olarak yürümedi. Bu, bizim kaderimiz. Siyaset sahnesi, adeta gladyatörlerin ölümüne birbirini yok etmeye çalıştığı arena gibi. Hal böyle olunca siyasi aktörlerden beklenti de bu yönde.
İşte bu arenada iki cephe, her zamankinden daha bir “olmak ya da olmamak” mantığıyla karşı karşıya gelmiş durumda. Bir yanda 20 yıldır iktidarın mutlak hâkimi AK Parti, diğer yanda bu mutlak hâkimin hakimiyetine son vermek için bir araya gelen 6’lı masa olarak şekillenen muhalefet bloku.
6’LI MASANIN BİLİNMEYENİ: GÜLTEKİN UYSAL
Bu 6’lının diğer aktörleri öyle ya da böyle tanınıyor, biliniyor. Ama o masada bir aktör var ki; masa ilk kurulduğu zaman “Onun burada ne işi var? O kim ki?” soruları fazlasıyla soruldu.
O isim Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal’dı. Siyaseti uzaktan izleyenler o soruyu sordular ama Uysal’ın orada olması “Sayımız çok görünsün” mantığından çok daha fazlası.
O soruyu soranlar için Uysal’a biraz daha yakından bakalım.
ZOR KARAR: UYSAL NE YAPACAK?
1977 doğumlu olan Uysal, Bilkent Üniversitesi kamu yönetimi ve siyaset bilimi mezunu. ABD Texas Eyaleti’ndeki Houston Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde yüksek lisans yaptı.
Peki Uysal bundan sonra ne yapacaktı? Maddi durumu iyiydi, ailesinin ciddi işletmeleri vardı. Ülkesine dönüp gününü gün edebilirdi veya ABD’de kalabilir, amiyane tabirle “takılabilirdi.”
Yapmadı. Ne ABD’de takıldı ne iş dünyasında takıldı.
Teorisini öğrendiği siyaseti pratiğe dökecekti ama bir sorun vardı. Türkiye’deki siyasi hikâye bize siyasi aktörlerin “mektepli” olmasından çok “alaylı” olduğunu anlattı hep. Bu iklimde nasıl yeşerecekti ki?
YÜKSELMEYE DEĞİL KENDİ DOĞRULARINA İNANDI VE…
Aslında basit bir formül vardı. AK Parti’nin henüz bu hale gelmediği, yıldızlar yarattığı, potansiyeli olan herkesi topladığı dönemlerdi. Eğitimi, formasyonu, ilişkileri AK Parti saflarına katılıp oradan yürümesine elverişliydi.
Ama yapmadı. Çünkü sadece yükselmeye değil, bazı doğrulara inanıyordu. Ve Uysal’ın doğrularının adresi Demokrat Parti’ydi. Demokrat Parti’nin sadece tabeladan ibaret olduğu bir dönemde oraya katıldı.
Ve 2012. Demokrat Parti Genel Başkanı oldu.
SABIRLA OLUŞTURDUĞU KOZA AÇILDI VE…
DYP gitmiş, Demokrat Parti gelmişti ama genel kanaat, gelen Demokrat Parti’nin geçmişe yönelik hoş bir seda olmaktan öteye gidemeyeceğiydi. Hatta ‘hoş’un esasında ‘boş’ olduğu yönündeydi.
O genel kanaate çok bakmadı. Bağırmadı, çağırmadı, illa beni görün diye bugün örneğini daha sık gördüğümüz ve sonları tiktok figürlerine dönüşmekten öteye gitmeyen heveskar siyasetçilerin yolunu tutmadı. Diğer taraftan partisinin gücünü iktidarda yer edinmek için manivela olarak da kullanmadı.
O, DP genel Başkanıydı. Onu yok sayan gerçekliği ‘yok sayarak’ DP genel başkanı olarak neyi temsil ettiğini bilerek sabırla bekledi.
Cehaletin kurumsallaştığı, bağırıp çağırmanın geçer akçe sayıldığı, kavganın başat siyaset tarzına dönüştüğü bir ortamda sakin, bir devlet adamı dikkatiyle ve kullandığı metaforlardan siyasi analizlerine entelektüel seviyesinin her kelimesinde hissedildiği konuşmaları daha önce onu yok sayan herkese “acaba” dedirtti.
Güç yorgunu, kavgadan bıkmış, parmak sallanmaktan feleği şaşmış bir millete sadece duruşuyla bile gerektiğinde teşekkür de edebilen özür de dileyebilen bir portre olacağı hissiyatını yarattı.
6’LI MASA KAZANSA DA KAYBETSE DE UYSAL KAZANACAK
Uysal; kendi kişiliğindeki tutarlı çizgisini bozmadan yıllar geçirdikçe kapısına kilit vurulmaktan bahsedilen DP de fark edilmeye, temsil ettiği toplumsal zemin, taşıdığı miras da anımsanmaya başladı.
Ki o miras, öyle kolay kenara atılacak bir miras değildi.
İşte geldiğimiz noktada bir tarafında CHP’nin, bir tarafında İyi Parti’nin olduğu masanın eşit taraflarından biri olarak DP’nin olması, o mirasın ve o mirası yemek yerine büyüten Uysal’ın siyasi becerisidir.
O masa kazansın ya da kaybetsin, açık ki Gültekin Uysal Türk siyasetinin geleceğinde çok daha aktif bir rol oynamaya devam edecektir.