DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Piri, ilişkilerin düzelmesi için Türkiye’nin çok somut adımlar atması gerektiğini belirtmekle birlikte, AB’nin de Ankara ile "pragmatik ilişki” seçeneğinden kaçınmasını savundu.
Çok kötü geçen 2017’nin ardından 2018'de gerek ikili temelde gerekse bütün olarak Türkiye-AB ile ilişkilerini düzeltme çabaları var. Bu çabaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlişkiler 2017’de o kadar kötüleşti ki düzeltmek aslında zor olmayacak. En azından Türk hükümetinin işlerin artık böyle gidemeyeceğini görmeye başlaması memnuniyet verici. Elbette AB'nin belli başlı ülkeleriyle ikili düzeyde ilişkileriniz kötüyse AB ile de iyi ilişki içinde olamazsınız. Bu ikisi birbirinden ayrı değildir. "İkili düzeyde Hollanda’da elçimiz yok, Almanya'yla şu ya da bu konuda sorunumuz var ama AB ile işbirliği istiyoruz” diyemezsiniz. Böyle işlemiyor. İkili düzeyde ilişkiler iyiyse bu AB düzeyine de yansıyacaktır. AB sadece Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu’ndan ibaret değildir. AB’nin en önemli unsurları üye devletlerdir.
Şimdilik rafa kaldırılmış olan Gümrük Birliği'nin modernizasyonu konusunda gelişme ışığı görüyor musunuz? Avrupa Parlamentosu konuya şu anda nasıl yaklaşıyor?
AP içinde çoğunluk Gümrük Birliği'nin modernizasyonundan yana. Fakat öncesinde Türkiye'nin AB standartlarına bağlılığı konusunda ciddi sinyaller bekliyoruz. Örneğin hâlen 100’den fazla gazeteci hapiste. İki değişik partiden 10 milletvekili hapiste. Hapiste olan AB vatandaşları var. Kararlarına uyulmayan bir AYM var. Tüm bu konularda iyileşme göremedik. Ankara ile bazı AB ülkeleri arasında ikili temaslar ve Türkiye'de tutuklu birkaç AB vatandaşının serbest bırakılması konusunda girişimler gözlemliyoruz. Elbette sadece AB vatandaşlarının durumuyla değil Türk vatandaşlarının durumuyla da ilgileniyoruz. Umarım 2018 içinde Gümrük Birliği konusunu müzakere etmeye de başlarız. Ancak bunun AB devletlerinin çoğunluğu tarafından kabulü için şu an gördüğümüzden çok daha fazlasını görmemiz gerekiyor. Almanya’da kurulması beklenen koalisyon hükümetinin konuya yaklaşımı da bu yönde.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron bugüne kadar Türkiye'ye karşı ikiyüzlü davranıldığı ve ilişkilerin yeniden düşünülmesi gerektiğini söyledi. Bu görüşe katılıyor musunuz?
Bunları ilk defa duymuyoruz. Türkiye’nin üyeliği konusunda Fransa'nın tutumu son 20 yıldır değişmedi. Bu açıdan bakacak olursanız AB’nin garip bir yapı olduğunu söylemek mümkün. Müzakerelere başladık ama herkes bazı üye devletlerin Ankara ile müzakerelerin üyelikle sonuçlanmamasını ümit ettiğini veya arzuladığını biliyordu. Bu görüş ayrılıkları 2004’te müzakerelere başlandığında da vardı. Türkiye’deki gelişmeler de böyle düşünenlerin ekmeğine yağ sürüyor.
Öyleyse Türkiye-AB ilişkisinde nereye doğru gidiyoruz?
Benim kaygım şu: Türkiye'de insanlar değişik nedenlerden ötürü zor bir dönemden geçiyor. Türkiye'de çoğunluk her zaman AB üyeliğine destek verdi. Bugün gelinen noktada üyelik perspektifini ortadan kaldırıp ilişkileri pragmatik zemine kaydırmak, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü bırakıp sadece ticaret ve terörle mücadele gibi konulara odaklanmak AB açısından büyük bir hata olur. Masaya oturup kapsamlı biçimde ilişkilerin geleceğini konuşmamız, 28 üyeli AB ile nelerin mümkün olduğuna bakmamız gerektiği konusunda hemfikirim. AB'nin Brexit sonrası geleceğini nasıl gördüğü de önemli. Fakat "Üyelik meselesi masadan kalktı, Türk hükümetiyle pragmatik ilişki yürütelim” diyerek çizgi çekme seçeneği benim hoşum gitmiyor.
AB devletleri bu görüşte değil ama…
Hepsi değil. AB bölünmüş durumda. Bazı devletler Türkiye’nin üyeliğini istemiyor. Kimileri değişik nedenlerle başka türlü düşünüyor. Bu konuda hep şöyle bir şaka yaparım: AB’nin tek bir Türkiye stratejisi yok ama 28 Türkiye stratejisi var. Sorun da burada.
Bu yıl içinde bir Türkiye-AB zirvesi düzenlenebileceği söyleniyor. Böyle bir zirve mevcut koşullarda mümkün mü?
Normal olarak her yıl böyle bir zirvenin düzenlenmesi gerekiyor ama yıllar boyu yapılmadı. Sığınmacılar konusunda ihtiyaç duyulduğunda gidip Ankara'nın kapısı çalındı ve zirve nihayet gerçekleşti. Zirveye karşı değilim. Fakat sonunda somut bir şeyler çıkmalı. Amaç sadece fotoğraf çektirmek ve konuştuğumuz izlenimi vermekse, yararlı olacağını sanmıyorum. Masada bir şeyler olmalı. Zirveden somut sonuçlar çıkmalı. Taraflar birbirlerinin kaygılarını dinlemeli. Bizim Türkiye konusunda birçok kaygımız var. İyileşme görmüyorsak zirve düzenlemenin anlamı yok. İlke olarak evet, yapılsın, kapıları kapatmak yerine diyaloğu her zaman tercih ederim. Cumhurbaşkanı Erdoğan veya Başbakan Yıldırım’ın AB liderleriyle kapsamlı görüşmeler yapmalarından yanayım. Ancak bu görüşmeler sonuç vermeli.
AYM’nin Şahin Alpay ve Mehmet Altan kararı sonrası yaşananlar Avrupa Parlamentosu’nda nasıl yankılandı?
Türkiye'deki gelişmelere baktığımızda hukukun üstünlüğü ilkesi Avrupa Parlamentosu için en can alıcı konudur. AYM, Türkiye'nin en üst yargı otoritesidir. Bu otoritenin iki gazeteci hakkında tahliye kararı vermesinden sonra yerel mahkemelerin bu kararı görmezden gelmesi ne yazık ki Türkiye’de hukukun üstünlüğü ilkesinin ne derece erozyona uğradığının en güzel örneğidir. Dahası, AYM kararının hemen ertesinde iktidar kanadından bu kararı kınayan siyasi açıklamalar geldi. Demokrasilerde biz siyasilerin yüksek mahkemelerin verdiği kararları yargılamaktan kaçınması gerekir. AYM kararının hayata geçirileceğini ümit ediyorum.
OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulmuş olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her şeyden önce AYM'nin kanun hükmünde kararnamelerle görevlerinden alınmış kişilerin başvurularını bugüne kadar incelememiş olmasını üzücü buluyorum. AYM kendisini bu tartışmanın dışına çekti. Avrupa Konseyi’nin girişimiyle OHAL Komisyonu kuruldu. Fakat bu komisyon dosyaları hukuki bir temelde incelemeyecek. Aylar önce kurulmuş ve potansiyel olarak görevinden alınmış veya hapiste olan yaklaşık 160 bin kişinin başvurusunu inceleyecek olmasına rağmen bugüne kadar hiçbir karar açıklamadı. Öte yandan AİHM de iç hukuk yolları tüketilene kadar mağdurların başvurularını kabul etmiyor. OHAL komisyonu en kısa sürede kararlarını açıklamaya başlamazsa etkin iç hukuk yolu özelliğini yitirebilir.